Agalara Geldik

Takip Edin
hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster



Her ne kadar çoğu rüyayı uyanır uyanmaz unutsak da, bazen en unutulmaz hatıralarımız rüyalarımızdan  kaynaklanabiliyor. Bu yazıda anlatacağım hikaye de "yaşanmış bir rüyadan" alınmıştır... Hikayemiz rüya aleminde kurulmuş bir ülkede geçiyor. Bu tuhaf ülkede çok mütevazi ve ağırbaşlı, ancak bir o kadar da eğitimsiz insanlar yaşarmış. Bu insanlar, en az kendileri kadar eğitimsiz bir kral tarafından yönetiliyormuş. 




Aradan aylar geçti ve yine sizlere bir hikaye anlatmak istediğim o garip zamanlardan birine girdim. Gelin bakalım şöyle, toplaşın. Önceki "Gökler Kütüphanesi" hikayemdeki gibi uzak diyarlara götürmeyeceğim sizleri bu sefer. Hayır, bu sefer daha içimizden, her zaman geçtiğiniz o kuytu sokaktaki tamirci dükkanına götüreceğim. Hani şu kapısının önünde beyaz bir sandalye bulunan ve zaman zaman kır saçlı bir amcanın oturup sigara içtiği şu küçük dükkan var ya. İşte orada geçiyor bu hikayemiz. Ayrıca bu seferki öyle peri masalı gibi de olmayacak. Dediğim gibi daha içimizden bir hikaye olacak. Kırılan kalplerinizi onarmasını veyahut içinize bir nebze de olsa su serpmesini istiyorsanız diğer hikayeyi "bu linke" tıklayarak okuyabilirsiniz. Bu hikaye yalnızca, içinde bir yerlerde bozulmuş hisseden ve bununla barışmaya çalışan insanlar için.

Yıldızları aşıp, galaksileri geçip, birkaç milyon yıl boyunca son hızda gittiğinizde karşınıza kocaman bir kütüphane çıkarmış. Bu kütüphane bir adet yaşlı adam ve onun ayak işlerini yapan ufak periler tarafından yönetilirmiş. Kütüphane o kadar büyükmüş ki her bir kitap rafında yüz milyon kitap bulunur ve her kitaplıkta iki yüz atmış üç tane raf olurmuş. Ve kütüphanedeki kitaplık sayısı sonsuzdan biraz azmış. Anlatılanlara göre kütüphanenin her odasında sayısız peri çalışırmış.



Merhaba agalarım nassınız iyisiniz inşallah, ben çok iyi ve de meşgulüm baya. E malumunuz tatildeyim falan ;)) şaka bi yana gerçekten kusura bakmayın yazamadım 1 haftadır ikinci bölümü. Özellikle bir takipçim baya ısrar ediyordu yaz artık diye ondan daha çok özür diliyorum. 

Ilk bölümü okumayanlar heymen buraya tıklayıp okusunlar: Wattpad hikayesi: Suçun Napolyonu 

Sonu biraz aceleye geldi, kontrol edemedim ve de duygusal bir bölüm oldu. Duyguları yansıtma konusunda epey zorlandım ama inşallah becerebilmişimdir. Heyecanlı bir bölüm bekleyenler kusura bakmasın ama gelecek bölüm heyecanlı bir şeyler yazıcam söz ❤❤ 

(Şuan saat 2 buçuğa yaklaşıyor cümle bile kuramıyorum uykusuzluktan ;(  ayrıca kapak resmini hazırlayan arkadaşa çok teşekkür ediyorum ❤)

Son olarak unutmadannn bu yazıyı wattpadden okuyup oy ve yorum atarsanız orada hikayenin yükselmesini böylece daha çok kişinin okumasını sağlayabilirsiniz. Şuan hikayem macera kitapları arasında 150. Sırada. Bunu ilk 50'ye çekebiliriz bence agalarım ne diyorsunuz ??


Merhaba agalarım hikaye yazmak gibi bir çılgınlığa resmi olarak ilk adımımı atıyorum. Inşallah bir kaç haftaya tam hikaye heyecanlanmışken sıkılıp bırakmam. Eğer okuyup yazım yanlışı veya daha büyük bir hata bulursanız yorumlarda düzeltmeye çekinmeyin.


***************


"...ve kötü fiilleriyle nam salmış bütün kediler aslında
(mesela mungojerrie, griddlebone mesela)


o kedi'nin sadece ve sadece taşeronu

onların bütün çalışmalarını denetler: suçun napolyon'u!"

-T. S Eliot


BÖLÜM 1: SORGU

Sonunda evin içine girmişti. Öyle görünüyordu ki geçtiğimiz üç ay, eskiden yaşadıkları bu eve hiç yaramamıştı. Bir zamanlar yemek yedikleri masada duran içki şişeleri ve yemek artıkları göze ilk çarpan şeylerden birisiydi. Bunun ardından dağınık koltuk takımı ve loş ışıkta bile rahatça belli olan tozlu sehpalar geliyordu. Üç ay sonra ilk defa girdiği kendi evini böyle bulmak içindeki anne özlemini biraz daha arttırmıştı.

 Dağınık sandalyelerin arasından sessizce geçti. Karanlıkta yolunu bulmakta hiç zorlanmıyordu. Sonuçta 17 senesini bu evde geçirmiş, burada büyümüştü. Onun için asıl zorlayıcı olan kısım bir zamanlar annesiyle oyun oynadığı oturma odasının şuan alkol kokusundan geçilmez olmasıydı.

Oturma odası, ön bahçedeki ışıklandırmayla oldukça rahat seçiliyordu bu yüzden elindeki feneri açma gereksinimi duymamıştı. Kararlı adımlarla ilerlemeye devam etti. Ne olursa olsun bunu yapacaktı. Onun olanı almalıydı.

Oturma odasını diğer odalara bağlayan küçük koridora doğru ilerlerken baş parmağını elindeki fenerin açma anahtarına yerleştirdi. Koridorun sonunda bulunan iki odadan birisi yatak odası diğeri ise çalışma odasıydı. Yatak odasının yarı açık kapısı üvey babasının içeride olduğunu gösteriyordu. Çalışma odası ise annesi öldükten sonra üvey babasının pek uğramadığı bir yerdi. Üvey babası Ed, Denis’i tam olarak sevmese de Denis’in annesi olan Lana’yı çok seviyordu. Lana’nın ölümü ikisini de farklı şekillerde sarsmıştı. Ed artık polisliğe devam edemeyecek kadar alkolik olmuş, Denis ise eve sık uğramaz olmuştu.

Feneri saatine doğru tuttu. Saat tam olarak 3:16’ydı. Yani bu da demek oluyordu ki Brendon’ın harekete geçmesi için daha 12 dakika vardı ve Sarah kendi işini 2 dakika önce halletmiş olmalıydı. Denis sessiz adımlarla ayakkabılığın içindeki elektrik şalterlerine doğru ilerlerken gülümsedi. Yaşıtları bu saatlerde partilere gitmek veya sevgilisiyle buluşmak için evden kaçıyorken o, kendi evini soymak için evine giriyordu.

Ayakkabılığa ulaşınca eğilip sol taraftaki kapağı açtı. Sağ taraftaki kapağın gıcırdadığını bilecek kadar uzun bir süre bu evde yaşamıştı. Bu evde gıcırdayan her kapıyı ve döşemeyi çok iyi biliyordu. Şalterleri yavaşça indirdi. Bu andan sonra site ışıklandırmasıyla aydınlanan ön bahçe dışındaki hiçbir yerde elektrik yoktu. Sessizce ayakkabılığın dolabını kapattı ve koridorun sonuna doğru ilerledi.

 Yatak odasının yarı açık kapısından yatakta yatan Ed’in belli belirsiz silüetine tiksinerek baktı. Ed her polis gibi yatağının başında bulunan silahıyla yatıyordu. Uykusu da ne kadar içerse içsin her zaman hafifti. Gözlerinin karanlığa alışması ile Ed’in eskiden Lana’nın olan yastığa sarılarak uyuduğunu gördü ve bir an için -çok küçük bir an için- Ed’e karşı acıma duygusu besledi. Ama buraya ona acımak için gelmemişti, bu yüzden hemen çalışma odasına yöneldi.

Çalışma odasının kapısı evdeki diğer kapılara göre daha yeniydi. Ed, Lana’nın ölümünden sonra Lana'nın takılarını ve geri kalan küçük servetinin yarısını elinin altında bulunması için kasasında saklıyordu. Denis, onun buradaki parayı daha kolay içki alabilmek için yakınında tuttuğunu düşünüyordu.  Paranın diğer yarısı hâlâ Ed'in banka hesabındaydı.

Takıların fiyatı Lana’nın bıraktığı küçük servetten daha fazla olmasından ve Lana’nın tüm servetinin tek yasal sahibi Denis olduğundan Ed, çalışma odasının kapısını şifre koruması altına almıştı. Denis 18 yaşına gelmeden yasal olarak bu parayı alamıyordu ama yaklaşık iki gün sonra 18 olacaktı ve hak ettiği parayı bir kere olsun eline geçirdi mi Ed’in yapabileceği hiçbir şeyi olmayacaktı.

Çalışma odasının şifresini -45726- hızlıca girdi ve sessiz bir şekilde içeriye adımını attı. Kapıyı kapatıp rahat bir nefes aldı. Saati şuan 3:19’u gösteriyordu. “Çalışma odasındayım” dedi kısık sesle. “Güzel, Sarah sen ne yaptın?” dedi kulağındaki kulaklıktan çocuk. Telsiz kullanmıyor veya üst düzey teknoloji ile haberleşmiyorlardı tabi ki, skype üzerinden sesli grup sohbeti açmışlardı.

“Tekerler söndürüldü.. tamam..” diyerek kıkırdadı Sarah. Denis Sarah’ın bu huyunu çok seviyordu. Ona göre çok zor durumlarda bile mizahi yanını bozmayan insanlar, zifiri karanlık gecelerde parlayan yıldızlar gibiydi. Ancak Denis -şuan içinde bulunduğu duruma bakacak olursak- ne gülebilecek ne de Sarah’ı takdir edebilecek haldeydi. Yan odada ayyaş bir polis varken hırsızlık yapıyorsanız, zifiri karanlık gecenizi aydınlatması için yıldızların ışığından fazlasına ihtiyacınızın olduğu kesindi.

Denis, sırt çantasını çıkartıp dikkatli bir şekilde yere koydu. Ardından elindeki fener ile etrafa hızlı bir göz gezdirdi. Çalışma odası içinde kalın mavi polis dosyaları bulunan üç büyük kütüphane ile büyük bir masadan ibaretti. Yerdeki pembe dosyalara ve yeşil cam parçalarına bakacak olursak Ed, birisine ya da bir şeye sinirlenip öfkesini burada atmıştı. Feneri, beyaz duvarın yanında bulunan ve fenerin loş ışığı yüzünden laciverte çalan siyah kasaya doğru tuttu. Saatine hızlı bir göz attı. 3:21 olmuştu. Brendon 7 dakika sonra işe koyulacak ve 8 dakika sonra da maharetini gösterme sırası kulaklığın ardındaki çocuğa yani Tyler’a kalacaktı. Pencereyi açıp alkol kokusundan uzak, taze ve serin olan havayı akciğerlerine depoladı. Dışarda ölüm sessizliği hakimdi.

Uzandı ve çantasından sprey boyasını çıkardı. Macavity’nin sembolünü yapmadan olay yerini terk etmemesi gerekiyordu. Beyaz duvara doğru uzattığı spreye bastırdı. İçinde bulunduğu sessizlikte çıkan tıslama sesi sağır edici gibiydi. Ed’in uyanmamış olmasını umarak sembolü çizmekten vazgeçip ilk olarak kasayı açması gerektiğine karar verdi.


Kasanın şifresi annesi Lana’nın Ed ile evlenme tarihi yani tam olarak 2 Nisan 2013'tü. Çabucak 2413 yazarak kasayı açtı. Çıkan bip sesi, zaten çok hızlı atan kalbinin bir miktar daha hızlanmasına sebep oldu.

 “Çocuklar Ed uyanabilir kulağınız bende olsun. Eğer plan umduğumuz gibi gitmezse kahramanlık yapmaya kalkışmayacaksınız tamam mı?”

“Plan tıkırında gidecek, dikkatli ol Denis.” Dedi Tyler’ın ince ama kendinden emin sesi.

“Kulaklığı çıkartıyorum ama görüşme hâlâ açık. Şans dileyin” dedi Denis çabucak.

Ardından mikrofon cebinde asılı bir şekilde kasadan uzaklaştı. Elindeki spreyle duvara Macavity yazısı ve iki adet kedi kulağını çizdi.

Her şey tam olarak bundan sonraki beş saniyede oluverdi. Kasaya doğru adımlarken bastığı döşeme oldukça yüksek bir sesle gıcırdadı. Spreyle yaptığı gürültüden sonra Ed uyanmamışsa bile kasaya geri dönüşünde bastığı parkenin gıcırtısı kesinlikle onu uyandırmıştı.

Yatak odasından gelen tıkırtı sesi Denis’i çantasını ve paralarını bırakıp gitmeye zorladı. Fenerini bile almaya zahmet etmeden kapıyı açıp sessizce ama koşar adım kendini koridora attı. Koridorun başına henüz ulaşmıştı ki arkasından gelen tetik sesi ile donakaldı. Ed’in kalın ve bağıran sesi evin her bir köşesini inletmişti

“KIMILDAMA!”

“B-BENİM.." diye korkuyla bağırdı. Dizlerinin bağı çözülmüştü. "Benim... ateş etme” diyebildi.

Denis’in yaşadığı korku dayanılmazdı. Bacakları sanki onu daha fazla taşıyamayacak gibiydi. Kalbinin son hızla çarpışını boynundaki damarlarda hissedebiliyordu. Elleri kendi bile farkında değilken yanlara doğru kalkmış, boynu sanki kafasını kurşundan korumak istercesine omuzlarının arasına girmişti. Geçen iki saniye içerisinde vurulmadığı için Ed’in onu vurmayacağını anlamış ve omuzlarını gevşetmiş, gözlerini tekrar karanlığa doğru açmıştı.

“Denis!? Burada ne yaptığını sanıyorsun!” dedi öfkeyle.

Yüzünü aydınlık ön girişten Ed’e doğru çevirirken Ed’in çalışma odasına baktığını fark etti. Hafifçe yere inmiş olan silahını tekrar Denis’in göğsüne hedeflemişti. Bu da Ed’in, aylardır aradığı Macavity ekibinin kullandığı sembolün çalışma odasının beyaz duvarında yazılı olduğunu ve tamamen açılmış olan çelik kasayı gördüğünün işaretiydi.

“Benim evimi soymaya nasıl cürret edersin” diye bağırdı.  Sesinin yaptığı titreşim büyük müstakil evde yankı yapıyor ve her yankıda Denis'in akciğerlerini titretiyordu. Bu eve benim evim demesi Denis'in zoruna gitmişti. Çünkü bu ev annesine öz babasından kalmıştı.

Denis kendini tutması gerektiğini biliyordu. Daha önce Ed’i hiç bu kadar sinirli görmemişti. Sinirinde alkollü olmasının da rolü büyüktü. Bu sefer Ed'in yanında öfkesini atabileceği bir çalışma masası olmadığı gerçeği Denis'in zihninde belirdiğinde bir kaç adım geriledi.

“Bu ev senin değil ayyaş herif bu ev annemi-“ sözünü bitiremeden Ed’in savurduğu tokatla yere düşmesi bir oldu. Elini yerdeki Denis’in saçlarına saran Ed çekiştirerek salona ilerledi. Lambayı açmak için düğmeye uzandı. “Demek Macavity ha!” dedi. Sesindeki öfkeye aynı zamanda iğrenme tınısı da katılmıştı.

“Annenin yerine sen ölmeliydin Denis, bunun olması için bütün paramdan vazgeçebilirim. Annen hayatta olsaydı-“
Bu kadarı yetmişti. “Keşke annem hayatta olsaydı da tek yasal varisi olan kızının, ayyaş olan ikinci eşi tarafından dövülüp hakkı olan mirasını alamadığını görseydi.” diye bağırdı acıyla.

Her nasıl olduysa Ed bu sözleri duymamış veya umursamamıştı. Şaşkınlıkla öfkenin beraber olduğu bir ses tonuyla “Elektrikleri mi kestiniz!” diye gürledi. Denis’in gülümsediğini fark edince saçlarını iyice çekerek ön bahçeye doğru sürükleyip bıraktı.

Pijamaları ile önünde çömelmiş olan Ed, direkt olarak Denis’in gözlerinin içine bakıyordu.
 “Şimdi şöyle yapacağız adi velet, ya sen kendi isteğinle bana Macavity hakkındaki her şeyi anlatırsın ya da ben bunu senden zorla öğrenirim.”

Denis elinin arkasını sızlayan dudağına götürünce dudağından eline bol miktarda kan bulaştığını gördü. Aynı zamanda bileğindeki saatin 3:27 olduğunu da..

“Her şeyi mi?” dedi Denis titrek sesiyle.

Yine aynı iğrenme tonuyla “Her şeyi..” diyen Ed’in sesi bir kaç blok ötedeki köpek havlamaları ve araba alarmları ile birlikte gecenin karanlığına yayılmıştı.

Dudaklarının kenarı hafifçe kıvrılan Denis “5 ay kadar önceydi” diyerek konuşmaya başladı.

************

Bölüm 2'de nelere özen göstermeliyim tavsiyesi olan ve eleştirmek isteyen pehlivanları danışmaya (yani yorumlara) davet ediyorum. Hodri meydan