Agalara Geldik

Takip Edin


Merhabalar Agalarım.

Öncelikle Kurban bayramına son bir gün kaldığı için şimdiden ellerinizi öpüyorum. Para vermek isteyenler reklam ve iş birliği için Dm / Email / Sms / İleti / Posta /  hatta Mektup falan bile atabilir. Yeniliklere açık olduğum kadar harçlıklara da açığım. Bugünkü yazımız biraz "gerçek yaşam nasıl hacklenir" temalı olacak. Hazırsanız hemen konuya giriyorum. İşte birgün işinize yarayabilecek 10 ilginç bilgi.

Telefonunuzu tutarken yoruluyor musunuz?

Bazılarımız telefonunu film ve dizi izlemek için çok sık kullanabiliyor. Mesela evde abisi olup bilgisayara dokunmaya fazla zamanı olmayan küçük kardeşler ( ben :/ ) İşte size küçük bir taktik. rahat bir yere yüz üstü uzanın, önünüze bir gözlüğü ters ve kapalı bir vaziyette koyup telefonunuzu oraya yerleştirin. İyi seyirler :P




Hızlıca uykuya dalmak için ne yapılabilir?

İki dakikadan daha hızlı bir sürede uykuya dalabileceğinizi söylesem inanır mıydınız? İşte size 4-7-8 taktiği. (özel üçgen ismi gibi otuz altmış doksan falan) Şimdi yapmanız gereken rahat bir yere uzanıp zihninizi boşaltmak ve tüm kaslarınızı - yüzünüz de dahil- rahat bırakmak. Ardından dört saniye nefesinizi çekip bu nefesi yedi saniye içinizde (kendinizi sıkmadan) tutmanız. Son olarak da 8 saniye nefes verip bunu tekrar tekrar yapmak. Tahmin ettiğinizden çok daha yorgun olacaksınız.

Telefonunu bulamıyor musun?

Telefonunuzu evin içinde bir yerde kaybettiniz ve bulamıyor musunuz? Daha da kötüsü telefon sessizde mi? Tamam önce bir otur soluklan cana geleceğine mala gelsin kardeşim. Eğer iphone falansa üzüldüm ama Samsungs'sa ve Google hesabın telefonuna bağlıysa bilgisayardan telefonunu çaldırabilirsin. Telefonun sessizde olup olmaması önemli değil her şekilde ötecektir.


Alarmın sesini duyamıyor musunuz?

Bunu en çok yaşayanlardan birisi olarak hep kullanacağımı düşünerek sizinle de paylaşıyorum. Telefonunuzu bardağın içine koyun ve yanınıza bırakın. Hoparlör sisteminiz hadi eyvallah

Aynı şeyi müzik dinlerken de yapabilirsiniz ama kulaklık denen bir şey var o yüzden icat çıkartmayın durup dururken.


Tişörtlerin arkasındaki etiketteki sembollerin anlamı ne? Etiketlerdeki semboller ne demek?

Hemen alttaki fotoğrafı sizin için Türkçeye çevirdim. Agalara Geldik gururla sunar.




Göze kaçan kirpik veya taşı nasıl çıkarabilirsiniz?

Göz kapaklarınızı açıp gözlerinizi belerttiniz, arkadaşınız pis pis gözünüzün içine üfledi ama o taş çıkmadı öyle değil mi? O zaman bir de yere bakıp hızlı bir biçimde göz kırpmayı deneyin.

Gözyaşlarınızı nasıl tutabilirsiniz?

Genel olarak çoğumuz toplum içinde ağlamayı istemeyiz, çünkü bu diğer insanlara bizi savunmasız gösterir. Ve çoğunlukla en şerefsiz insanların yakınınızda bulunan insanlardan çıktığını da düşünürsek, gözyaşlarını tutmak veya saklamak çok mantıklı bir davranış. Eğer gözyaşlarınız akmak üzere ise dilinizi damağınıza bastırmayı deneyebilirsiniz. Bu hareket beyninizi başka bir yere odaklayacak ve gözyaşı oluşumu kesilecektir.

Çekmeceleri dağıtmadan kıyafetlere nasıl bakabilirsiniz?

Bunu yapmam için evin reisinden -annem- izin almam gerekiyor ama hayatta izin vermez. Yine de paylaşıyorum ki sizden birisinin belki işine yarar. Adamlıkta bugün.

Eğer çekmecelerinizi alttaki kıyafetlere bakayım derken çok karıştırıyorsanız çekmecelere tişörtleri dikey olarak yerleştirmeyi deneyin. Anlamadıysanız hemen fotoğraf olarak açıklayayım.





Kulaklığınız cebinizde çok mu dolanıyor?

Erkeklerin çok hoşuna gitmeyecek bir çözümümüz var. Neden kulaklığı sarıp bir tokayla düzgün durmasını sağlamıyorsunuz? Benim tokam yok diye sağlamıyorum ama kızlara soruyorum siz neden bunca zamandır yapmadınız bunu.






Klavyedeki pislikleri nasıl temizleyebilirsiniz?

Asıl soru dünyadaki pislikleri nasıl temizleyebilirsiniz olmalı. Çünkü klavyedeki pislikler herhangi bir post-it kağıdının yapışkanlı kısmını tuşların arasına sürtmekle temizlenebilir. Keşke birisi de şöyle dünyadaki binaların arasına falan dev bir post-it soksa.




Bir yazının daha sonuna geldik. Umarım işinize yarayacak birkaç şey öğrenmişsinizdir. Kendinize iyi bakın. Eğer yazıyı beğendiyseniz blogu da incelemeyi unutmayın. Son zamanlarda bir sürü değişik türden yazılar yazıyorum. Eğer blogumdan bildirim almak isterseniz hemen sağ alttaki kırmızı sembole tıklayabilirsiniz :)

Görüş ve önerilerinizi soldaki yeşil ankete yazabilirsiniz. Ama benim asıl istediğim yorum yazın aga duvara konuşuyorum gibi hissediyorum, yakında yankı yapacak sesim.. sim.. sim..



Merhaba Agalar'ım. Son zamanlarda ne Tumblr bloguma ne de Agalarageldik'e pek zaman ayıramıyordum, bu yüzden az önce telefonumun internetini kapattım ve bilgisayara oturdum. Bugün her zamankinden daha farklı bir yazı yazmak istiyorum. Ülkenin ve dünyanın durumundan söze girip birkaç tür insanı eleştireceğim. Çünkü bunu birisinin yapması gerekiyor, uyan Türkiye'm uyan..

-Dikkat ağır eleştiri içerir-

İlk olarak Türkiye'nin halinden bahsetmek istiyorum. Kendi ülkemi kötülemekten nefret ederim ama şuan cidden hiç umrumda değil çünkü değişmesi gereken bir yapımız var. Türkiye'de bana kalırsa en büyük problem siyasi düşünceleri günlük hayatımızın merkezine yerleştirmemiz. Yerleştirmemiz diyorum çünkü hepimiz az çok bunu yapıyoruz. Ailemizin sevdiği insanları seviyor, onların benimsediği düşünceleri benimsiyoruz. Ta ki başka bir siyasi figür bize yararı dokunan bir atılımda bulunana kadar bunları canımız pahasına savunuyoruz. Sonra yeni gelen siyasi figüre bağlanıyoruz ve onun sevmeyenlerine karşı nefret besliyoruz.

Örneğin A partisi ve C partisi yüzünden kaç kişinin tartıştığını gördüm şu zamana kadar anlatamam. Babası A partisinden olan bir çocuk sürekli babasının düşüncelerinden etkilenip A partisine sempati besliyor. Daha 18 bile olmadan (oy bile veremeden)  30 santimetre boyuyla bu partinin savunuculuğunu yapıyor. En yakın arkadaşı da ondan pek farklı değil tabi, o da hep C partisinin düşünceleri ile doldurulmuş. Bu iki çocuk neden okuldaki dersler, evde izledikleri filmler veya gördükleri kızlar hakkında konuşmuyor da siyaset konuşuyor ki? Bu konu o kadar saçma bir konu ki anlatamam.

Siyasi düşüncelerinizin olmasına karşı değilim. Ancak bunun sadece kendi ailenizden duyduğunuz fikirler olmasına karşıyım. Bu fikirlerin 13-17 yaşlarında olmasına karşıyım. Bu fikirlerin okul, kafe, sokak, lunapark gibi yerlerde olmasına karşıyım. Eğer siyaseti çok iyi biliyorsanız meclise gidin orada tartışın.

Arkadaşlarınızla siyaset konuşmayın, çünkü siyaset aranızdaki muhabbeti ayıracak en basit konudur. Hatırlatmak isterim ki hiçbiriniz A veya C partisinin başkanları ile birebir konuşup arkadaş olmadınız, aksine onların hazırladığı konuşmaları dinleyip onlara inandınız. Onların sadece televizyonda çıktıkları kadarını biliyor ve dinliyorsunuz.

Siyaseti ve siyasetçileri sevmenin kötü bir yanı yok tabi ki ancak onları ölümüne savunmak çok tehlikeli bir durum. Takım tutmuyorsunuz arkadaşlar. Boru değil.





Türkiye'de sevmediğim diğer bir şey, çoğu insanın özel hayata saygısının olmaması. Nasıl mı? Türkiye'de kıyafet özgürlüğü denen bir şey var öyle değil mi? Peki bazı açık insanların, kapalı insanlara örümcek kafalı demesi ve yine bazı kapalı insanların açık insanlara orospu demesi neden? Sorsanız ikisi de bu benim özgürlüğüm ben böyle giymeyi seçtim der ama kapalı bir kız göbeği açık başka bir kızı görse içten içe "Şuna bak nasıl giyinmiş, kaşar kadın" diyor. Aynı şekilde göbeği açık giyinecek kadar rahat olan bir kız ise çarşaf giymiş birisini görünce "Bu neden benim gibi rahat değil yaa yobaz kadın" gibi bir düşünceye girebiliyor. Bu düşünceyi tüm kapalılara ve açıklara yüklemiyorum ama ben şu zamana kadar sürekli böyle konuşmalar duydum ve hiç "SİZE NE !" diyemedim. Bu zamana kadar hiç o kadar öz güvenli olamadım ama madem sanaldayız şimdi klavye delikanlılığımı gösteriyorum

SİZE NE YA SİZE NE

Bir de şöyle tipler var, birisi ben feministim diyince ona hemen dikkat çekmeye çalışan bir kişi gözüyle bakılıyor. Hatta sırf sinir oluyorlar diye  kadın yerine inatla "bayan" diyen insanlar tanıyorum.

Veya ateistim denilince "Yanacaksın" şeklinde şeyler söyleniyor. Bunu geçtim ateistler de "yallah arabistana" diye dini inancı olanlara sataşıyor. Aleviler sünnilere, sünniler alevilere kız vermiyor. Ülke çapında herkes herkesle kavga içerisinde.. Neden?

Din bireyseldir arkadaşlar. Kimse kimseye dini inancı ile ön yargı taşımamalı. Ben müslümanım ama alevi, agnostik, ateist ve katolik arkadaşlarım oldu şu zamana kadar. İki cümle öncesinde kimse kimseye dini inancından dolayı ön yargı taşımamalı dedim, onu geri alıyorum. Kimse kimseye hiçbir fikir yüzünden ön yargı taşımamalı.

Geçenlerde lezbiyen bir kız anonim olarak soru sorduğunda bana mesaj atmasını ve konuşabileceğimizi hatta arkadaş olabileceğimizi söyledim. Anında başka bir anonim gelip "Eşcinsellik günahtır normalleştirmeyin." gibisinden bir şey yazmıştı. Eşcinsellik günah değil eşcinsel ilişki İslam'da günahtır. Ben de buna inananlardanım. Ama ne ben ne de sen eşcinsel olduğu için birisini cehenneme atamayız. Bu onların seçimi değil bunu anlamak gerekiyor. Kim Türkiye'de eşcinsel olmak ister ki? Hem benim namaz kılan ve çok inançlı bir eşcinsel arkadaşım da olmuştu. Çok merak ediyorum eşcinsellik günahtır diyip insanları dışlayan kaç kişi 5 vakit namaz kılıyor.

Arkadaşımın yüze yakın hap içip intihar girişiminde bulunduğunu hatırlarım yav yazıktır günahtır.

Türkiye hakkında değişmesi gerektiğine inandığım daha bir sürü şey var. Gece dışarı çıkan bir kıza yollu gözü ile bakılmasından tutun otobüste minibüste kadınlara çeşitli şekillerde tacizlerde bulunanlara kadar. Ya da bir kızın bıyıkları ve tüyleri çıkıyor diye kıza erkek fadime diyen insanlara kadar. (Ki böyle birisi tumblrda da oldukça fenomen ama gülüp geçiyorsunuz..) Ülkeye birisi böcek ilacı falan sıkmalı aslında yav gerçekten.




Dünya çapında değişmesine inandığım bir konu ise ülkelerin bu kadar vurdumduymaz olması. Vatandaşlarının da ülkelere ses çıkartmaması. Bu konuda Türkiye'yi gerçekten çok seviyorum. Mesela Suriye'deki savaş sırasında insanların ölmemesi için elinden geldiğince yardımda bulunması veya her ramazan ve kurban bayramlarında Afrika'ya yapılan yemek, su, eğitim, barınak gibi yardımların bulunması.

Şimdi iki üç kişi Suriyelilere laf yapacak biliyorum ama biraz insancıl olun arkadaşlar. Ben de biliyorum Suriyeli üç beş kişinin Türklere neler yaptığını, o çok ayrı bir konu ama Suriyede küçücük çocukların korku içinde yaşamasını istemek fazla canice. Üstteki fotoğrafa bakın ve Suriyenin nasıl bir yere döndüğünü görün. Insanları orada ölüme terk etmek insanlığa sığmaz, sığamaz.

Peki yazı boyunca tüm bu bahsettiğim durumların düzelmesi için ne yapılabilir? Çok klasik bir cevap vereceğim. Okuyun aga. Okuyun dediysem gidip çocuk kitapları okumayın, sizi geliştirebilecek şeyler okuyun. Farklı yaşamdaki insanların hayatlarını okuyun mesela. Zorluktaki bir aileyi, kendini çirkin bulan bir kişinin hayatını, yasam mücadelesi veren insamları, farklı siyasi partilerin propagandasını yapan gazeteleri, kadınlara yapılan aşağılık hakaretleri, translara yapılan saldırıları okuyun. Kutsal kitapları okuyun mesela. Kutsal kitapların hepsi bizi gelişmiş insan yapmaya ve ahlaklı davranışlar sergilemeye yönelten kitaplardır.

Şöyle söyleyeyim Budistler Buda'nın dediklerine uysa, İsrail Tevrat'a uysa, ateistler ahlak kurallarını benimseseler, müslümanlar Kuran'a uysa ve hristiyan devletler de İncil'e uysa; her inancın insanları inançlarını bireysel (kendi başına) yaşasa dünya hayal edemeyeceğiniz kadar güzel bir yer olurdu.

Her bakımdan alçakgönüllü, yumuşak huylu, sabırlı olun. Birbirinize sevgiyle, hoşgörüyle davranın.
(İncil / Efesliler: 2)

İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen en güzel bir tarzda uzaklaştır; o zaman seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir
(Kuranı Kerim / Fussilet: 34)


Son olarak buraya kadar okuduysanız sizi tebrik ediyorum. Eğer kendimi kaybedip sizi de eleştiri yağmurlarımla boğduysam affedin. William Shakespeare'in çok güzel bir sözü vardır: Dünyada görmek istediğiniz değişimin kendisi olun

İnşallah birkaç kişinin zihninde yeşerebilecek ufak çaplı bir tohum ekebilmişimdir, kendinize cici bakın sizi seviyorum


Merhaba agalarım nassınız iyisiniz inşallah, ben çok iyi ve de meşgulüm baya. E malumunuz tatildeyim falan ;)) şaka bi yana gerçekten kusura bakmayın yazamadım 1 haftadır ikinci bölümü. Özellikle bir takipçim baya ısrar ediyordu yaz artık diye ondan daha çok özür diliyorum. 

Ilk bölümü okumayanlar heymen buraya tıklayıp okusunlar: Wattpad hikayesi: Suçun Napolyonu 

Sonu biraz aceleye geldi, kontrol edemedim ve de duygusal bir bölüm oldu. Duyguları yansıtma konusunda epey zorlandım ama inşallah becerebilmişimdir. Heyecanlı bir bölüm bekleyenler kusura bakmasın ama gelecek bölüm heyecanlı bir şeyler yazıcam söz ❤❤ 

(Şuan saat 2 buçuğa yaklaşıyor cümle bile kuramıyorum uykusuzluktan ;(  ayrıca kapak resmini hazırlayan arkadaşa çok teşekkür ediyorum ❤)

Son olarak unutmadannn bu yazıyı wattpadden okuyup oy ve yorum atarsanız orada hikayenin yükselmesini böylece daha çok kişinin okumasını sağlayabilirsiniz. Şuan hikayem macera kitapları arasında 150. Sırada. Bunu ilk 50'ye çekebiliriz bence agalarım ne diyorsunuz ??


Merhaba agalarım hikaye yazmak gibi bir çılgınlığa resmi olarak ilk adımımı atıyorum. Inşallah bir kaç haftaya tam hikaye heyecanlanmışken sıkılıp bırakmam. Eğer okuyup yazım yanlışı veya daha büyük bir hata bulursanız yorumlarda düzeltmeye çekinmeyin.


***************


"...ve kötü fiilleriyle nam salmış bütün kediler aslında
(mesela mungojerrie, griddlebone mesela)


o kedi'nin sadece ve sadece taşeronu

onların bütün çalışmalarını denetler: suçun napolyon'u!"

-T. S Eliot


BÖLÜM 1: SORGU

Sonunda evin içine girmişti. Öyle görünüyordu ki geçtiğimiz üç ay, eskiden yaşadıkları bu eve hiç yaramamıştı. Bir zamanlar yemek yedikleri masada duran içki şişeleri ve yemek artıkları göze ilk çarpan şeylerden birisiydi. Bunun ardından dağınık koltuk takımı ve loş ışıkta bile rahatça belli olan tozlu sehpalar geliyordu. Üç ay sonra ilk defa girdiği kendi evini böyle bulmak içindeki anne özlemini biraz daha arttırmıştı.

 Dağınık sandalyelerin arasından sessizce geçti. Karanlıkta yolunu bulmakta hiç zorlanmıyordu. Sonuçta 17 senesini bu evde geçirmiş, burada büyümüştü. Onun için asıl zorlayıcı olan kısım bir zamanlar annesiyle oyun oynadığı oturma odasının şuan alkol kokusundan geçilmez olmasıydı.

Oturma odası, ön bahçedeki ışıklandırmayla oldukça rahat seçiliyordu bu yüzden elindeki feneri açma gereksinimi duymamıştı. Kararlı adımlarla ilerlemeye devam etti. Ne olursa olsun bunu yapacaktı. Onun olanı almalıydı.

Oturma odasını diğer odalara bağlayan küçük koridora doğru ilerlerken baş parmağını elindeki fenerin açma anahtarına yerleştirdi. Koridorun sonunda bulunan iki odadan birisi yatak odası diğeri ise çalışma odasıydı. Yatak odasının yarı açık kapısı üvey babasının içeride olduğunu gösteriyordu. Çalışma odası ise annesi öldükten sonra üvey babasının pek uğramadığı bir yerdi. Üvey babası Ed, Denis’i tam olarak sevmese de Denis’in annesi olan Lana’yı çok seviyordu. Lana’nın ölümü ikisini de farklı şekillerde sarsmıştı. Ed artık polisliğe devam edemeyecek kadar alkolik olmuş, Denis ise eve sık uğramaz olmuştu.

Feneri saatine doğru tuttu. Saat tam olarak 3:16’ydı. Yani bu da demek oluyordu ki Brendon’ın harekete geçmesi için daha 12 dakika vardı ve Sarah kendi işini 2 dakika önce halletmiş olmalıydı. Denis sessiz adımlarla ayakkabılığın içindeki elektrik şalterlerine doğru ilerlerken gülümsedi. Yaşıtları bu saatlerde partilere gitmek veya sevgilisiyle buluşmak için evden kaçıyorken o, kendi evini soymak için evine giriyordu.

Ayakkabılığa ulaşınca eğilip sol taraftaki kapağı açtı. Sağ taraftaki kapağın gıcırdadığını bilecek kadar uzun bir süre bu evde yaşamıştı. Bu evde gıcırdayan her kapıyı ve döşemeyi çok iyi biliyordu. Şalterleri yavaşça indirdi. Bu andan sonra site ışıklandırmasıyla aydınlanan ön bahçe dışındaki hiçbir yerde elektrik yoktu. Sessizce ayakkabılığın dolabını kapattı ve koridorun sonuna doğru ilerledi.

 Yatak odasının yarı açık kapısından yatakta yatan Ed’in belli belirsiz silüetine tiksinerek baktı. Ed her polis gibi yatağının başında bulunan silahıyla yatıyordu. Uykusu da ne kadar içerse içsin her zaman hafifti. Gözlerinin karanlığa alışması ile Ed’in eskiden Lana’nın olan yastığa sarılarak uyuduğunu gördü ve bir an için -çok küçük bir an için- Ed’e karşı acıma duygusu besledi. Ama buraya ona acımak için gelmemişti, bu yüzden hemen çalışma odasına yöneldi.

Çalışma odasının kapısı evdeki diğer kapılara göre daha yeniydi. Ed, Lana’nın ölümünden sonra Lana'nın takılarını ve geri kalan küçük servetinin yarısını elinin altında bulunması için kasasında saklıyordu. Denis, onun buradaki parayı daha kolay içki alabilmek için yakınında tuttuğunu düşünüyordu.  Paranın diğer yarısı hâlâ Ed'in banka hesabındaydı.

Takıların fiyatı Lana’nın bıraktığı küçük servetten daha fazla olmasından ve Lana’nın tüm servetinin tek yasal sahibi Denis olduğundan Ed, çalışma odasının kapısını şifre koruması altına almıştı. Denis 18 yaşına gelmeden yasal olarak bu parayı alamıyordu ama yaklaşık iki gün sonra 18 olacaktı ve hak ettiği parayı bir kere olsun eline geçirdi mi Ed’in yapabileceği hiçbir şeyi olmayacaktı.

Çalışma odasının şifresini -45726- hızlıca girdi ve sessiz bir şekilde içeriye adımını attı. Kapıyı kapatıp rahat bir nefes aldı. Saati şuan 3:19’u gösteriyordu. “Çalışma odasındayım” dedi kısık sesle. “Güzel, Sarah sen ne yaptın?” dedi kulağındaki kulaklıktan çocuk. Telsiz kullanmıyor veya üst düzey teknoloji ile haberleşmiyorlardı tabi ki, skype üzerinden sesli grup sohbeti açmışlardı.

“Tekerler söndürüldü.. tamam..” diyerek kıkırdadı Sarah. Denis Sarah’ın bu huyunu çok seviyordu. Ona göre çok zor durumlarda bile mizahi yanını bozmayan insanlar, zifiri karanlık gecelerde parlayan yıldızlar gibiydi. Ancak Denis -şuan içinde bulunduğu duruma bakacak olursak- ne gülebilecek ne de Sarah’ı takdir edebilecek haldeydi. Yan odada ayyaş bir polis varken hırsızlık yapıyorsanız, zifiri karanlık gecenizi aydınlatması için yıldızların ışığından fazlasına ihtiyacınızın olduğu kesindi.

Denis, sırt çantasını çıkartıp dikkatli bir şekilde yere koydu. Ardından elindeki fener ile etrafa hızlı bir göz gezdirdi. Çalışma odası içinde kalın mavi polis dosyaları bulunan üç büyük kütüphane ile büyük bir masadan ibaretti. Yerdeki pembe dosyalara ve yeşil cam parçalarına bakacak olursak Ed, birisine ya da bir şeye sinirlenip öfkesini burada atmıştı. Feneri, beyaz duvarın yanında bulunan ve fenerin loş ışığı yüzünden laciverte çalan siyah kasaya doğru tuttu. Saatine hızlı bir göz attı. 3:21 olmuştu. Brendon 7 dakika sonra işe koyulacak ve 8 dakika sonra da maharetini gösterme sırası kulaklığın ardındaki çocuğa yani Tyler’a kalacaktı. Pencereyi açıp alkol kokusundan uzak, taze ve serin olan havayı akciğerlerine depoladı. Dışarda ölüm sessizliği hakimdi.

Uzandı ve çantasından sprey boyasını çıkardı. Macavity’nin sembolünü yapmadan olay yerini terk etmemesi gerekiyordu. Beyaz duvara doğru uzattığı spreye bastırdı. İçinde bulunduğu sessizlikte çıkan tıslama sesi sağır edici gibiydi. Ed’in uyanmamış olmasını umarak sembolü çizmekten vazgeçip ilk olarak kasayı açması gerektiğine karar verdi.


Kasanın şifresi annesi Lana’nın Ed ile evlenme tarihi yani tam olarak 2 Nisan 2013'tü. Çabucak 2413 yazarak kasayı açtı. Çıkan bip sesi, zaten çok hızlı atan kalbinin bir miktar daha hızlanmasına sebep oldu.

 “Çocuklar Ed uyanabilir kulağınız bende olsun. Eğer plan umduğumuz gibi gitmezse kahramanlık yapmaya kalkışmayacaksınız tamam mı?”

“Plan tıkırında gidecek, dikkatli ol Denis.” Dedi Tyler’ın ince ama kendinden emin sesi.

“Kulaklığı çıkartıyorum ama görüşme hâlâ açık. Şans dileyin” dedi Denis çabucak.

Ardından mikrofon cebinde asılı bir şekilde kasadan uzaklaştı. Elindeki spreyle duvara Macavity yazısı ve iki adet kedi kulağını çizdi.

Her şey tam olarak bundan sonraki beş saniyede oluverdi. Kasaya doğru adımlarken bastığı döşeme oldukça yüksek bir sesle gıcırdadı. Spreyle yaptığı gürültüden sonra Ed uyanmamışsa bile kasaya geri dönüşünde bastığı parkenin gıcırtısı kesinlikle onu uyandırmıştı.

Yatak odasından gelen tıkırtı sesi Denis’i çantasını ve paralarını bırakıp gitmeye zorladı. Fenerini bile almaya zahmet etmeden kapıyı açıp sessizce ama koşar adım kendini koridora attı. Koridorun başına henüz ulaşmıştı ki arkasından gelen tetik sesi ile donakaldı. Ed’in kalın ve bağıran sesi evin her bir köşesini inletmişti

“KIMILDAMA!”

“B-BENİM.." diye korkuyla bağırdı. Dizlerinin bağı çözülmüştü. "Benim... ateş etme” diyebildi.

Denis’in yaşadığı korku dayanılmazdı. Bacakları sanki onu daha fazla taşıyamayacak gibiydi. Kalbinin son hızla çarpışını boynundaki damarlarda hissedebiliyordu. Elleri kendi bile farkında değilken yanlara doğru kalkmış, boynu sanki kafasını kurşundan korumak istercesine omuzlarının arasına girmişti. Geçen iki saniye içerisinde vurulmadığı için Ed’in onu vurmayacağını anlamış ve omuzlarını gevşetmiş, gözlerini tekrar karanlığa doğru açmıştı.

“Denis!? Burada ne yaptığını sanıyorsun!” dedi öfkeyle.

Yüzünü aydınlık ön girişten Ed’e doğru çevirirken Ed’in çalışma odasına baktığını fark etti. Hafifçe yere inmiş olan silahını tekrar Denis’in göğsüne hedeflemişti. Bu da Ed’in, aylardır aradığı Macavity ekibinin kullandığı sembolün çalışma odasının beyaz duvarında yazılı olduğunu ve tamamen açılmış olan çelik kasayı gördüğünün işaretiydi.

“Benim evimi soymaya nasıl cürret edersin” diye bağırdı.  Sesinin yaptığı titreşim büyük müstakil evde yankı yapıyor ve her yankıda Denis'in akciğerlerini titretiyordu. Bu eve benim evim demesi Denis'in zoruna gitmişti. Çünkü bu ev annesine öz babasından kalmıştı.

Denis kendini tutması gerektiğini biliyordu. Daha önce Ed’i hiç bu kadar sinirli görmemişti. Sinirinde alkollü olmasının da rolü büyüktü. Bu sefer Ed'in yanında öfkesini atabileceği bir çalışma masası olmadığı gerçeği Denis'in zihninde belirdiğinde bir kaç adım geriledi.

“Bu ev senin değil ayyaş herif bu ev annemi-“ sözünü bitiremeden Ed’in savurduğu tokatla yere düşmesi bir oldu. Elini yerdeki Denis’in saçlarına saran Ed çekiştirerek salona ilerledi. Lambayı açmak için düğmeye uzandı. “Demek Macavity ha!” dedi. Sesindeki öfkeye aynı zamanda iğrenme tınısı da katılmıştı.

“Annenin yerine sen ölmeliydin Denis, bunun olması için bütün paramdan vazgeçebilirim. Annen hayatta olsaydı-“
Bu kadarı yetmişti. “Keşke annem hayatta olsaydı da tek yasal varisi olan kızının, ayyaş olan ikinci eşi tarafından dövülüp hakkı olan mirasını alamadığını görseydi.” diye bağırdı acıyla.

Her nasıl olduysa Ed bu sözleri duymamış veya umursamamıştı. Şaşkınlıkla öfkenin beraber olduğu bir ses tonuyla “Elektrikleri mi kestiniz!” diye gürledi. Denis’in gülümsediğini fark edince saçlarını iyice çekerek ön bahçeye doğru sürükleyip bıraktı.

Pijamaları ile önünde çömelmiş olan Ed, direkt olarak Denis’in gözlerinin içine bakıyordu.
 “Şimdi şöyle yapacağız adi velet, ya sen kendi isteğinle bana Macavity hakkındaki her şeyi anlatırsın ya da ben bunu senden zorla öğrenirim.”

Denis elinin arkasını sızlayan dudağına götürünce dudağından eline bol miktarda kan bulaştığını gördü. Aynı zamanda bileğindeki saatin 3:27 olduğunu da..

“Her şeyi mi?” dedi Denis titrek sesiyle.

Yine aynı iğrenme tonuyla “Her şeyi..” diyen Ed’in sesi bir kaç blok ötedeki köpek havlamaları ve araba alarmları ile birlikte gecenin karanlığına yayılmıştı.

Dudaklarının kenarı hafifçe kıvrılan Denis “5 ay kadar önceydi” diyerek konuşmaya başladı.

************

Bölüm 2'de nelere özen göstermeliyim tavsiyesi olan ve eleştirmek isteyen pehlivanları danışmaya (yani yorumlara) davet ediyorum. Hodri meydan



Merhaba agalarım, tatilden dolayı blogu güncellemeye pek fırsat bulamıyorum. Zaten aklıma hakkında yazacak güzel bir konu da gelmiyor şu sıralar. Ancak bir kaç ileriye dönük planım var. Bu yazıda agalarageldik.com hakkındaki geliştirme planlarımı sizinle paylaşıcam.

Ilk olarak şuan bloga günlük ortalama 150-200 tıklama falan geliyor. Ama bazen israilden bir anda 900 küsür tıklanma falan da gelebiliyor.

(Kesin hacklemeye çalışıyor şerefsizler, yer mi lan anadolu çocuğu. )

O yüzden ilk iş olarak bu ziyaretçi trafiğini arttırmam gerek. Bunun için bloggerlar sık sık yazı yazmayı öneriyorlar. Seneye almanca hazırlık okurken küçük bir notebook alıp bunu sadece yazı yazmak için kullanmayı planlıyorum. Çantamda gezdiririm güzel olur bence.

(Telefondan yazmak çok zor moruk.)

Yani üniversiteye başladığımda bol bol yeni yazı göreceksiniz inş.

Ayrıyeten küçüklüğümden beri hep kitap yazmak istemiştim. Ama kitap yazmanın öyle he diyince olmayacağını düşünenlerdenim. Güzel bir kitap ortaya koymak için bol bol kitap okumak ve küçük hikayeler yazıp antrenman yapmak lazım. Işte tam olarak bu yüzden seneye wattpad kullanıp 40-50 sayfalık küçük hikayeler yazacağım

Kitap yazmak çok güzel bir şey bence ya, hem insanlara inceden inceden düşüncelerini aşılayabiliyorsun hem de sen ölünce çocuklarına, onlar ölünce onların çocuklarına giden güzel bir gelir kaynağı.

Bu ikisinin dışında çok üzülerek söylüyorum ki sanırım blogun temasını değiştirmek mecburiyetinde kalacağım. Bu temayı aşırı derecede çok seviyorum ama (çeşitli sebeplerden dolayı) mobil görünümü masaüstü görünüm gibi yapamazsam eğer temayı değiştirmem gerekecek. Abimin webtasarım okuyan arkadaşları vardır onlara yaptırırım belki.

Sanırım blog hakkındaki kısa süreli planlarım bunlar, eylül ekim aylarından ocak ayına kadar haftada ikişer yazı yazmaya başlayabilirim. Eğer misafir yazarlık gibi bir şeyle ilgileniyorsanız sizin yazılarınızı da ekleyebilirim.

Blog harici olan konulara gelecek olursak bu sene Marmara Üniversitesi Almanca Mütercim Tercümanlık okumaya başlıyorum. Aganız ingilizce yan dal yapıp üniversite bitince iki diploma ile mezun olacak inşallah. Yani ingilizce ve almanca tercümanlık diplomalarım olacak;))

He yeri gelmişken babamı ispanyolca kursuna da ikna ettim, bu gidişle sene sonunda 4 dil bilen bir insan olup çıkabilirim

Offf keşke öyle bir şey olsa ya her zaman söylerim 4 dil bildiğimi

+ Selam.
- Dört dil biliyorum
+ Naber?
- Dört dil

Evet sanırım bugünkü agasal bu kadar, yaklaşık 15 gün daha izmirdeyiz ve ben bronzlaşmaktan çok ırk değiştirdim. Istanbula gideyim de üç dört gün yüzümü keseliyim rengim açılsın. Ciddi diyorum renkli bir şey giyince romanlara benziyorum.

ağmaan bea

Kendinize cici bakın çok uzattım ama canım sıkılıyordu n'apayım...