Agalara Geldik

Takip Edin


Netflix dünya çapında adını duyurmuş bir Film-Dizi çekim kuruluşudur. Geçtiğimiz senelerde çoğu ülkenin orijinal dizilerini kendi prodüksiyon ve çekim yöntemleri ile dünyaya sunan Netflix şirketi oldukça iyi bir izleyici kitlesine sahip oldu. Ayrıca ortaya çıkarttığı bu yeni dizilerden bazıları dünya çapında ses getirmeyi başarmıştır. Örneğin Dark dizisi Almanya'nın ilk Netflix orijinal dizisidir ve yanlış hatırlamıyorsam ilk Fantastik dizilerinden de bir tanesi olabilir. Buna rağmen bile bu dizi dünyanın bir çok ülkesinde büyük bir hayran kitlesine sahip olmuştur.

Turkish Space Agency 


"Hans'lar Helga'lar, George'lar Katherina'lar çıkar da benim Hasan kardeşim, Ayşe bacım uzaya çıkamaz mı?"

 Geçtiğimiz gün Resmi Gazete'de yayımlanıp bakanlık tarafından onaylanan Türkiye Uzay Ajansı sonunda resmen kuruldu. Uzun zaman önce yapılmış olması gereken bir şeydi ancak sonunda yaptık. Ajans hakkında şuan için bilgilerimiz oldukça kısıtlı, ancak size verebileceğim genel ve mümkün ufak tefek bilgiler tabi ki var.


İdam cezası genellikle vatana ihanet ve vahşice işlenen suçlara verilen bir ceza türüdür. Bu cezanın yasallığı uzun yıllar boyunca çoğu ülkede tartışılmıştır. Çoğu gelişmiş ülkenin idam cezasını çağ dışı bulmasına rağmen dünyanın ileri gelen bazı ülkeleri (Çin ve Amerika gibi) hala idam cezasını kullanmaktadır. Peki idam cezasını bu kadar tartışılır kılan şey nedir?




Son üç haftadır Fransa'da eylem yapan Sarı Yeleklileri hepimiz haberlerde bol bol duyduk. Benzin fiyatlarında olan artışı protesto etmek amacıyla ayaklanan 130 bin kişi, ülkenin farklı bölgelerinde çok büyük eylemler yaptı ve ülkenin ekonomisine yaklaşık 10 Milyon Euro'luk hasar verdi. Ardından bu eylemler Brüksel'de de meydana gelmeye başladı. Brüksel hükümeti oldukça şiddetli karşılık verdiği için sanırım eylemler Fransa'daki kadar ses getirmedi. Ama bu sefer Hollanda ve Almanya'da da Sarı Yelekliler ufaktan ayaklanmaya başladılar. Brüksel ve Hollanda'da polis arabalarını yakan ve binaları sprey boyalarla kirleten "protestocular", Almanya'da neredeyse hiç olay çıkartmadan dağıldılar.


Son zamanlarda aklımda kurmuş olduğum bir planım / hedefim var. Son beş aydır ailemle geçirdiğim sıkıntılı dönemlerin ardından fark ettim ki artık ailemle yaşamak istemiyorum. Ve Türkiye şartlarında hem okuyup hem çalışmanın da ne kadar zor olduğunun farkındayım. Bu yüzden diyorum ki madem Almanca Tercümanlık okuyorum, neden bu bölümü bir Alman Üniversitesinde okumayayım. Hem Almanya'da çalışma süreleri daha az, hem de ücretleri daha dolgun. Aynı zamanda yaşam gereksinimlerini gerektiren besinler daha ucuza bulunabiliyor. İşte bu yüzden bir kaç araştırma yaptım. Bugünkü yazıyı benim gibi yurt dışında üniversite okumak isteyen ve yurt dışında üniversite okurken karşılaşacağı masrafları hesaplamak isteyen arkadaşlar varsa, onlara ufak bir fikir sunmak için yazıyorum

İlk olarak benim gitmek istediğim üniversiteden bahsedeyim. Ben Heidelberg üniversitesinde Çeviri Bilimi okumak istiyorum. Bu üniversite Almanya'nın en eski şehirlerinden birisi olan ve ülkenin en romantik şehri olarak adlandırılan Heidelberg şehrinde yer alıyor. Ve sanırım Almanya'nın en eski üniversitelerinden de birisi. Bu üniversitede bu bölümü okuyabilmek için benden bir kaç adet belge istiyorlar.

Sırasıyla bu belgeler,


  • Lise Diploması
  • Lise ve Üniversite Transkript
  • ÖSYM sonuçları ve Üniversite Öğrenci belgesi
  • Almanca C1 dil sertifikası
  • Pasaport vesikalık fotoğrafı (max 4x5 cm)
  • Pasaport kimlik bilgi bölümü fotokopisi
  • 3 adet uluslararası posta pulu (international reply coupon)


ve bütün bunların noter onaylı almanca tercümesi isteniyor.

Benim tek sıkıntım şu anki Almanca bilgimle C1 dil sertifikasını alıp alamayacağım muamması. Biraz bu belgeden bahsedeyim isterseniz. Almanya'da üniversite okumak istiyorsanız çoğu bölüm sizden iyi düzeyde bir Almanca bilgisi istiyor. C1 seviyesindeki bir insan, akıcı olarak o dili konuşabilen ve bütün kelimeleri bilmese bile, bilmediği kelimelerin anlamlarını bağlamdan çıkartabilecek bir seviyededir.

Şahsen ben konuşma yeteneği olarak şu an B2 seviyelerinde olduğumu düşünüyorum. Okuduğunu anlama ve yazı yazmaya gelirsek C1'e zorlarım. Dinlemede ise yine B2 seviyelerinde sayılırım. Düzgün bir dille ve yavaşça konuşulan çoğu şeyi anlayabilecek seviyedeyim. Ancak bu bana henüz yeterli değil. Bu durumu çözmek için neredeyse her gün okula gitmek için normalden 30 dakika erken uyanıp telefonumdan Almanca Radyo açıyor ve gözlerimi kapatıp uyumaya çalışıyorum. Bırakıyorum arka planda çalsın. Hem de çoğu zaman uyuyamıyorum adamların saçma sapan seslerinden. Bilmiyorum ya Almancanın çok değişik bir tınısı var, bazen çok tatlı olan şey bazen çok rahatsız edici oluyor. Hele o gırtlaktan tükürür gibi hırlayarak çıkartılan Ğ sesi....

Konuyu dağıtmadan size Almanca hakkında verebileceğim en iyi tavsiye, bol bol konuşma pratiği yapmaya çalışın. Günlük hayatta birisi size ufak bir soru yönelttiğinde bunun Almancası nasıl acaba diye düşünmeye zorlayın kendinizi. Aynı şey İngilizce için de geçerli tabi ki. Ardından her bulduğunuzu okumaya çalışın. Çünkü ne kadar çok okursanız o kadar gramerde düzgün metinler yazarsınız. Ne kadar dinlerseniz de o kadar iyi konuşursunuz. Bu ikililer asla değişmez. Bir insanın çok güzel metinler yazabilmesi maalesef her zaman iyi konuşacağı anlamına gelmiyor.

Bu iki konuda sizlere Deutsche Rundfunk ve Bundle gibi uygulamaları tavsiye edebilirim. İkisi de oldukça ileri seviye Almanca istiyor. Oldukça derken B2 üzeri, C1 seviyelerinde inişli çıkışlı hareket eden bir seviye demek istiyorum. Rundfunk'u yani Radyo'yu illâ ki anlayacaksınız diye bir şey yok. Bırakın arkada çalsın. Anlamaya çalışın ama anlamıyorum diye de üzülmeyin. Böylece konuşma kalıplarını yavaş yavaş anlamaya başlarsınız. Veya hangi kelime hangi fiille yan yana geliyor, hangi fiil veya kelime olumlu anlamda, hangisi değil; bunları sezmeye başlarsınız.

Tamam diyelim ki C1 belgesini aldık, yapmamız gereken şey ne? İlk yapmanız gereken Almanya'ya gidebilecek paranızın olduğunu ve orada okul bitene kadar yaşayabileceğinizi kanıtlamak. Eğer 8000 küsür Euro'nuz varsa evet gidebilirsiniz. Bloke hesap açtırmanız gerekir. Her ay size sanırım maksimum 450 euro para çekme izni verilen bu hesapla orada 3 sene rahatça yaşarsınız. Fakat eğer kanıtlayabilecek bir paranız yoksa ne yapmanız gerekiyor?

İşte bu noktada garantörlük kavramı karşımıza çıkmaktadır. Garantör kişi bir devlet dairesine gidip size maddi açıdan destek çıkacağını beyan ediyor ve yaklaşık iki üç haftalık inceleme sonrasında bu kişinin size bakabileceğine kanaat getirilirse izin verilmiş oluyor. Garantör kişinin akrabanız olması veya size gerçekten maddi bir destekte bulunması gerekmiyor. Sizin yeterli paranız varsa ve çalışabilecek bir insansanız orada gayet iyi bir şekilde yaşayabilirsiniz. Sadece kağıt üzerinde bir imza gerekmekte.

Bu belgeyi de mayıs ayına kadar hazır ettiysek o halde istenilen diğer belgelerin Almanca tercümelerini noter onaylı bir büroya çevirttirmek. Ve bunları en kısa zamanda üniversiteye yollamak. Bundan sonra geriye sadece beklemek kalıyor. Üniversite muhtemelen temmuzun sonlarına doğru size çoktan haber vermiş olur. Bana kalırsa bu sürede yapabiliyorsanız çalışmak çok önemli olabilir. Şahsen bir sürü kışlık kıyafet almam gerekecek ve Almanya'da giyim sektörünün çok pahalı olduğunu biliyorum. Türkiye'de 50 ₺'ye bulabileceğiniz kıyafetlerin fiyatları genel olarak 50€ ile 100€ arasında değişebiliyor.



Almanya'ya okul başlama döneminden bir ay önce gitmek (ağustos ayında) iyi bir fikir olabilir. Kendinize bir iş bulmak ve yurt ayarlamak için erkenden gitmeniz sizin için iyi olacaktır. Son zamanlarda yaptığım araştırmalara dayanarak size aşağı yukarı aylık ne kadar paranızın olması gerektiğini göstermek istiyorum.

Not: Bu sayılar kesin sayılar değildir ve kişiden kişiye değişebildiği gibi üniversiteden üniversiteye de değişiklik gösterebilen sayılardır.

İlk olarak öğrendiğim kadarıyla yarı zamanlı işler genellikle 450-500 euro gibi bir ücret veriyormuş. Eğer bir öğrenci 20 saat olan çalışma süresi sınırı geçerse 200 euro'ya kadar ek vergiler ile kesinti oluyormuş. Yani bu sınırı geçecekseniz en azından 700-800 euroluk bir iş yapın ki maaşınız kesintiler ile tekrar 500 euro'ya düşmesin. Bunun dışında kafelerde çalışıp bahşişler ile ek kazanç edinebileceğiniz gibi eğer bir yeteneğiniz varsa çocuklara falan özel ders vermeyi deneyebilirsiniz.

(Bu arada az önce Almanya'da üniversitemin olduğu yere yakın iş verenlere baktım. Bir tane Türkçe bilen yaşlı bakıcısı için saatlik 12,60-18,20 Euro maaş diyordu. Bir tane de Türkçe dersi verebilecek saatlik 20-25 Euro veren iş gördüm. Yani bu, eğer çok zorlarsanız ve yeteneklerinizi kullanırsanız güzel maaşlı bir iş de bulabilirsiniz demek oluyor. Bu noktada benim tek yeteneğimin Türkçe konuşabilmek olduğunu anlamış bulunmaktasınız.)

Geldik şimdi burs arama işlemine. Öncelikle yurt içinde bir çok yurt dışı öğrencilerine burs veren vakıflar bulunmaktadır. Bunlara başvurabilir ve bazılarından burs alabilirsiniz. Ya da yurt dışı olması gerekmiyor, siz normal burs veren kurumlara biraz duygu sömürüsü yaparak TL ile 200'er 300'er burslar alsanız bile hiç değilse okulun aidatlarını falan karşılarsınız veya bir iki günlük yemek paranızı çıkartırsınız. KYK'nın verdiği şu anki yurt dışı lisans bursu 900 küsür TL ve aşağı yukarı 150 Euro yapıyor. Buradan da geldi mi size neredeyse bir aylık yurt kirası. Tamamm şuan çok çok daha rahatsınız. Tek derdiniz karnınızı ve gözünüzü doyurmak artık.

Yemek masrafları için forumlarda çok değişken şeyler yazılmış. Ama ortalama olarak 200 Euro herkese yemek masraflarını çıkartmak için yetiyormuş. Zaten her gün 10 Euro'ya dışarıdan bir şeyler yeseniz bile maksimum 300 Euro yapar bu fiyat. Ama öğrencilik hayatında bu kadar savurgan olamıyorsunuz maalesef. Daha ailemle kalırken bile ya param biterse diye strese giriyorum, yurt dışında savurur muyum ben o parayı?? Gider paşa paşa marketten yemeklik ürünleri alıyorsunuz ve odanızda kendiniz pişiriyorsunuz.

Ayrıca Almanya'da bizim 25 TL'ye aldığımız Hamburger menüleri bile 5-7 Euro arasında gidip geliyor. Yani yemeğin o kadar sıkıntı olacağını düşünmüyorum. En azından sevgili falan yapmazsam kendi kendime yeterim bence.

Okul Aidatları konusu ise çok değişken olabiliyor. Bazı üniversiteler Tuition fee adı altında para almıyorken çoğu Üniversite az da olsa bir miktar alıyor. Heidelberg üniversitesi için de bu ücret dönem başına 152 Euro gibi bir miktar. Bölelim dörde, aylık 38 Euro. Hiçbir şey. Kaldı ki bu fiyatı verdiğinizde otobüs kartı da alabiliyorsunuz ve okula giderken ücretsiz yolculuk yapabiliyorsunuz.

Yurt fiyatları ise genel olarak 130-300 Euro arasında değişkenlik gösteriyor. Fiyatlandırmada doğal olarak okula mesafesi, internet ve telefon bağlantısı, binanın konumu gibi etmenler göz önünde bulunuluyor. Benim tahmin ettiğim kadarıyla üç aşağı beş yukarı 200 euroluk bir yurt bulmak çok zor olmayacaktır.

Ekstra masraflar: Bu masraflara zorunlu sigorta, sim kartı, internet pakedi, cartı curtu da ekleyip kafadan bir 200 euro daha koyarsak bence kendimizi garantiye alabiliriz. Hadi hiç ek "zorunlu" masraf çıkmadı diyelim, o zaman bunu sadece arkadaşlarımızla ya da tek başımıza harcadığımız para olarak düşünelim. O halde listemiz şu şekilde oluyor:

KYK +150 €
Maaş +450 €
Aidat -40 €
Yemek -200 €
Kira -200 €
Ekstra giderler -200 €
-------------------
-40 € 

İşte bu ekstra 40 euro en kötü ihtimalle ihtiyacınız olacak para miktarı. Eğer savurgan olmazsanız ve güzel bir iş bulursanız  bu bütçeniz +240 euroya bile dönebilir. Bu sayede para bile biriktirebilirsiniz. Bu hesaplamayı yaparken göz önünde bulundurduğum faktörler şunlar.

1- KYK harici burs bulamamanız. Kaldı ki KYK herkese burs veya kredi biçiminde çıkıyor sıkıntı yok yani onda, ayrıca Almanya'da Türk öğrencilere burs veren kurumlar veya kişiler de bulabilirsiniz diye inanıyorum. Sonuçta oldukça kalabalığız ve insanlar gruplar haline geldikçe birbirlerine yardım etme içgüdüleri çok çok artmaktadır. Bu yüzden bu duyguyu da kullanıp durumu iyi birilerinden burs da alabilirsiniz. Ya da ailenizin yollayabilecek durumu varsa size göndereceği 50-100 euro bile çok çok işinize yarayacaktır.

2- Maaşınızın en düşük ücretlerden olan 450 Euro olması. Bu ücret saatlik 5,6 euroya denk gelmektedir ve çoğu öğrenci saatlik 8-12 euro arasında çalışmaktadır. Yani aylığa vurarsak 640-960€ arasında.

3- Kiranızı 130-300 euro arasından 200 euro olarak seçtim. Daha ucuza da bulursunuz diye düşünüyorum ama başkaları tarafından hemen kapılır mı bilemem. Bence öğrenci ağırlıklı bir şehre gidiyorsanız kapılabilir.

4- Ekstra 200 euro masraf çıkması. Elektrik ve suyu zaten yurt ödüyor. İmkansız yani o kadar masraf çıkması ama yazdım işte güvenmeyelim şansımıza bu kadar.

En iyi ihtimalle hesaplarsak:

KYK + 150 €
Burslar + 200 €
Ailenin yardımı + 50 €
Maaş + 650 €
Kira - 200 €
Aidat - 40 €
Yemek - 200 €
Ekstralar -200 €
-------------
+410 Euro


Bu da böyle bir yazıydı işte agalar. N'olur dua falan edin de şu C1 sınavını verebileyim. :D

Çok da uzatmadan bitireyim yazıyı. Umarım aklınızda bir takım şeyler oluşmuştur. Ve umarım hayalinizi istediğiniz en iyi şekilde gerçekleştirebilirsiniz. Aklınızda olan soruları yorumlar kısmından yazabilirsiniz, bildiğim kadarıyla cevap vermeye çalışırım. Kendinize iyi bakın.


Blog yazmak bazen gerçekten çok zor bir etkinlik olabiliyor. Blogunuzu güncel tutmanız gerektiğinin farkında olup da bloga yazacak bir konu bulamamak doğal olarak insanı çok rahatsız eden bir durum. İşte tam olarak bugün bu yazıyı "Bloguma ne yazabilirim" diye düşünen arkadaşlar için yazıyorum.



Game of Thrones hayranlarına küçük bir bilgilendirmem var. Game of Thrones'un aslında İngiltere tarihinin fantezi biçiminde kurgulanmış hali olduğunu biliyor muydunuz? Bilmiyorsanız üzülmeyin. Bu bugün öğrendiğiniz en basit şey olacak. Bugünkü yazıda sizlere Game of Thrones'taki tarihi göndermeleri ve Game of Thrones'a hikayesini veren savaşı yani Güller Savaşını anlatacağım.

Güller savaşı (War of the Roses) Nedir?



Son zamanlarda bu tartışmaya çok sık rastlamaya başladım. Türkiye halkı da neredeyse diğer tüm halklar gibi gerek tarihsel gerekse gündemsel olaylardan dolayı bazı ırkları çok severken bazı ırklardan nefret eden bir millettir. Bu yüzden Türkiye'de Irkçılık yoktur demek kesinlikle yanlış olur. Aşırı milliyetçilik duygusuna kapılıp kendi hatalarımızın olmadığını düşünmemiz yanlış olacaktır.

Ancak Zenci kelimesi bunlardan çok daha farklı bir durumdur. Zenci kelimesinin kökeni Arapça'dır. Bu kelimenin Türkçedeki tam anlamı Siyahi demektir. Afrikalı bir ticaret şehri olan Zenj halkı, Osmanlılarla ilk ilişkilerinden sonra Zenji ismini almıştır.



Dünyada her zaman bazı devletler diğerlerinden daha güçlü olmuştur. Roma İmparatorluğu, Osmanlı, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya veya Çin. Hepsi gerek geçmişte gerek günümüzde güç sahibi olan ve nam salan devletler. Son bir yüzyıldır Avrupa da bu listeye girmiş gibi duruyor. Peki Avrupa dediğimiz şey nedir ve nasıl oluyor da bu kadar güçlü olabiliyor.



Sosyal medya özellikle genç ve orta yaştaki milyarlarca insanın hayatlarında vazgeçilmez bir nokta olmaya başlıyor. İnsanlar sabah uyandığında ve gece yatağa girdiklerinde telefonlarından sosyal medya hesaplarına giriyor ve takip ettikleri insanların neler yaptıkları hakkında bilgi alıyorlar. Çoğu genç, ben de dahil, sosyal medyada gezindiği için zaman zaman normalde uyuması gereken saatten daha geç uyuyabiliyor. Sosyal medyanın toplumumuz üzerinde yüksek bir kötü etkisi olduğu tartışılmaz bir gerçek. Ancak sosyal medya gerçekten de toplumumuzda düşünüldüğü kadar kötü bir şey midir?


Türkiye günden güne çok değişik olaylara ev sahipliği yapmaya başladı. İnsanlar içlerindeki nefreti dışa vurmaya ve böylece toplum içinde bir ayrışma çıkartmaya başladılar. Bunu her ne kadar insanlarımız kendisi istiyor gibi görünse de birazcık tarih ve kültür bilgisi olan herkesin anlayacağı üzere Türkiye'de şu an toplumsal birlik ve beraberlik duygusunu azaltmak amacıyla oynanan bir oyun var.

Ülkede günden güne artan din ve Atatürk temalı tartışma konuları artık yerini Atatürk heykellerine ve Gazi'nin anısına zarar verme teşebbüsleri ile kendini göstermeye başladı. Toplumda uzun zamandır var olan cepheleşme oyunları artık farklı alanlarda yüzünü göstermeye başladı. Eskiden Alevi-Sünni veya Sağcı-Solcu tartışmaları yüzünden insanlar birbirleri ile kavga ederken, şimdi Dinci-Kemalist tartışması çıkartılmaya çalışılıyor.

İnternet üzerinden para kazanmak son zamanların en popüler konularından bir tanesi oldu. Çoğu insan blog yazarak ya da Youtube üzerinden para kazanmaya çalışmaktadır. Bazı insanlar online anketlere katılarak para kazanır. Bugün size anlatacağım şey ise bambaşka bir şey. Bugünkü anlatacağım internetten para kazanma yöntemi ise Exen Coindir.

Exen Coin Türkler tarafından oluşturulmuş bir kripto para birimidir. Yani aynı BitCoin gibi buradan sanal para alıp satabiliyorsunuz. Ancak hiç para yüklemeden de para kazanabileceğinizi biliyor muydunuz?


Lise yılları bittiğinde insanda doğal olarak bir gerginlik oluşur. Artık üniversiteye geçmenin zamanı gelmiştir. Peki ama üniversite hayatı nasıldır? Eğer kendinize üniversitede nasıl arkadaş edinebilirim veya üniversiteye geçenlere tavsiyeler neler olur diye bir soru soruyorsanız tam yerine geldiniz.

Gelin hep beraber üniversiteye geçenlerin neleri yapıp neleri yapmaması gerektiğini konuşalım.


Depresyon çağımızın yediden yetmişe yaşadığı problemlerden başlıcası. Özellikle hormonal dengesizliklerin yaşandığı ergenlik evresinde (13-17 yaş arası) sık sık karşımıza çıkan bu depresyon, bazen orta yaş krizi (25-35) bazense değişik sebepler ile ileriki yaşlarda görülebiliyor. Peki depresyondan nasıl çıkılır? Gelin bugünkü yazımızda hep beraber depresyondan nasıl çıkılır yani diğer bir deyişle depresyonu nasıl yenebileceğimiz konusunu irdeleyelim.



Türkiye'nin bana göre en büyük eksikliği önceki yazılarımda da belirttiğim üzere genel kültürün ve empati kurma yeteneğinin enderliğinden kaynaklanan anlayışsızlık ve toplumsal ataerkil bakış açımız. Erkeklerin, kadınları gizlenecek bir şey olarak görmesi ve kadınların, erkekleri eve ekmek getirip tüm sorumluluğu alan bireyler olarak kabullenmesi. Ancak bu sistemin artık değişmesi gerekiyor.

Değişim en basitinden bu yazıyı okuyan kişinin kendisine "Ben bir daha bunları yapmayacağım, önceden dikkat etmediğim şeylere dikkat edeceğim." demesi ile başlar ve diğer insanlara yayması ile devam eder. Kısacası değişim bulaşıcıdır.

Nasıl daha iyi bir hayat yaşarım?

Hiçbir insanın tam anlamıyla asla mutlu olamayacağını biliyor muydunuz? Kim ne derse desin, kim nasıl gözükürse gözüksün, herkes bir şekilde mutsuz olmaya meyleder. Peki bu mutsuzluğun ana sebebi sizce ne olabilir? Parasızlık mı, hırs mı, görmemişlik mi? Ya da bu Allah'ın bir imtihanı mı?




HBO kanalı büyük bir hayran kitlesine sahip olan ve kanala milyonlarca dolar kazandıran Game of Thrones dizisinin bir Spin Off dizisi çıkacağını duyurduğundan beri dizinin milyonlarca hayranı (ben de dahil) nefeslerini tutup gelecek yeni detayların açıklanmasını bekliyor.

O nefesini tutmuş kişilerden birisi olarak farklı yabancı haber sitelerinden topladığım genel bilgileri bugünkü yazımda sizinle paylaşmak istiyorum. Hepimizin bildiği üzere dizi bu sene (2018) son sezonunu çekmeye başlamasıyla, çoğu insanı buruk bir merak içerisinde bıraktı. Şahsen ben dizinin son sezonunu sindire sindire izleyip uzun bir müddet diziyi bitirmek istemiyorum. Öte yandan dizideki karakterlerin olay örgüsü son derece karıştığından dayanamayıp üç dört günde sezonu bitireceğime de ihtimal vermiyor değilim.


Geçen senenin indirim çılgınlığı yaşatan o muhteşem cuması Black Friday bu sene de kapıya dayandı. Herkesin heyecanla beklediği Black Friday ne zaman diye düşünüyor olabilirsiniz. Hiç uzatmadan söyleyeyim, Black friday bu sene 23 Kasım 2018'de de büyük bir coşkuyla kutlanacak gibi görünüyor.

Peki geçen sene Black Friday'de en çok alınan şeyler nelerdi merak ediyor musunuz? Bir şeyleri üst düzey fırsatlarla yakalamak istiyorsunuz ama daha ne alacağınıza karar veremediniz mi?


Kadına şiddetin ülkemizdeki varlığı günbegün biliniyor. Geçmişten bu yana toplumumuzun gerek dini, gerek kültürel toplum anlayışı olan ataerkil düşünce yapısı, her zaman bir şekilde kendini göstermekteydi. Ancak son zamanlarda -özellikle Mustafa Ceceli'nin eşine davranış biçiminden sonra- ünlülerin eşlerine davranış biçimleri daha çok göze çarpmaya başladı.



Lisede dil bölümü okuyan herkesin hayali iyi bir üniversite kazanıp mütercim tercüman olmaktır. Çoğu dilci öğretmenliği ücretlerindeki düşüklük ve atamalardaki yavaşlıktan dolayı ikinci seçenek olarak tutar. Bir bakıma haksız da değildir çünkü tercümanlık diploması alan birisi eğer formasyon da alırsa öğretmenlik yapabilir, ama her İngilizce öğretmeni tercümanlık yapabilecek kapasitede değildir. Çevirmenlik yaparken sizden beklenen en önemli şeylerden birisi Kuram ve Teorileri bilmektir.


(Es gibt eine Deutsche Übersetzung am Ende der Text)

Böyle bir başlık atınca kendimi Youtuber gibi hissettim ama olsun. Bugün sizlere bir arkadaşımla gittiğim Türk-Alman Kitabevi'nden biraz bahsetmek istiyorum. (Almancası: Türkische-Deutsche Buchhandlung)





"Blog Yazan Kendine Yazar"
Hani bir söz vardır ya, ‘’İyilik yapan kendine yapar.’’ diye. Ben de bu sözden esinlenerek blog yazan kendisine yazar sözünü uyarladım. Ama gerçekten de insanların kendisine yapabilecekleri en önemli iyiliklerden birisinin blog yazmak olduğunu düşünmekteyim.





Fantezi alanı ile ilgilenen herkesin, hayatında en az bir kere ismini duyduğu belli başlı diziler vardır. Bunlardan başında Supernatural, Teen Wolf, The Vampire Diaries gibi diziler geliyor. İlk iki diziden (yanlış hatırlamıyorsam) daha önce blogumda bahsetmiştim. Eğer önceki dizi veya film önerilerimi okuduysanız genel olarak uçmalı kaçmalı, fantastik yaratıklarla dolu dizileri/filmleri sevdiğimi biliyorsunuzdur. Bugün de size The Vampire Diaries'in spin off'u yani, o dizide çok sevilen konuk oyuncuların farklı başka bir dizi olarak ekranlara gelmesiyle başlamış seriyi, yani The Originals'i anlatmak istiyorum.


Dışarıya baktığımda yaşanan çoğu olumsuz olayın ana sebebinin kültür eksikliği veya bilgisizlik olduğunu görüyorum. Komşular arası kavgalar, akrabalar arası tartışmalar, tacizler, tecavüzler ve cinayetler gibi bir çok suçun altında yatan tek şey aslında insanların bilinçsiz yetişmesidir. Nitekim bu tür suçların en çok yaşandığı ülkeler, gelişmemiş, üçüncü dünya ülkeleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Peki kişisel gelişim nasıl olur? Kendimizi nasıl geliştirebiliriz?

"Neden yabancı dil öğrenmeliyim?"

Yabancı dil öğrenmek yüzyıllardır gerek devlet büyüklerinin gerek tüccarların çok önem verdiği bir konudur. Yirmi birinci yüzyılın getirdiği globalleşme süreci ile artık neredeyse her işte önem kazanmaya başlayan en az iki dil öğrenme gereksinimi, başta gençler olmak üzere herkesin üzerinde çok çaba harcadığı bir durum haline geldi. Peki ya yeni bir dil nasıl öğrenilir? Kursa gitmeden evde Yabancı dil öğrenilir mi?


Dünya sağlık örgütünün verilerine göre toplam 1 milyar 100 milyon insanın sigara içtiği bir devirde yaşıyoruz. Yani demek oluyor ki dünyadaki 7 insandan birisi aktif olarak sigara kullanıyor. Amerika'da ülke nüfusunun yüzde on üçü sigara içiyorken, sigara içenlerin yüzde yetmişi bırakmak istediklerini ama bırakamadıklarını söylüyorlar. Peki ya dünyadaki herkes aynı anda sigarayı bıraksa ne olurdu? Bunun çevreye ve ülkelere etkisi nasıl olurdu?


Siyasi ve ekonomik gelişmeler arttıkça ülkeler arası iletişim fazlasıyla önem kazanmaya başladı. Dünyanın yüzde 73'ünün İngilizce bildiği söyleniliyor. Hal böyle olunca etrafınızdaki insanlar size İngilizce bölümünde okumanın bir hata olacağını söyleyebilirler. Dil bölümü seçmek istediğinizde ailenizden ve arkadaşlarınızdan en sık duyduğunuz söz, "Dil okuyup ne olacaksın, öğretmen olsan atama beklersin, tercüman olsan herkes İngilizce bildiği için seni neden alsınlar" sorularıdır. Bu tür soruların haklı yanları olmasına rağmen bazen çok yanlış sonuçları olabiliyor.



Yirmibirinci yüzyılın başlıca sorunu insan hayatının sadece monoton bir çalışma temposu üzerine kurulu olmasıdır. Sabahın yedisinde uyanıp işe gidersin, akşam saat onda eve gelirsin. O yorgunlukla bir çay içer sonra ise sabah yedide uyanıp işe yetişebilmek için erkenden yatarsın. Hep daha fazla kazanabilmek için daha fazla çalışırsın. Kazandığın parayla daha iyi bir ev veya daha iyi bir araba alırsın. Bu sefer de evin ve arabanın parasını ödeyebilmek için çalışırsın. Böylelikle yavaş yavaş erir gidersin.



Telefon ve bilgisayarların hayatımızda yer edinmeye başlamasıyla normal olarak çok sayıda insan
internet üzerinden sevgili ve arkadaş edinmeye başladı. Bu insanlar arasında ben de dahilim. Son bir senede sırf tanışmak, buluşmak ve sosyalleşmek için bile erkek-kız demeden onlarca insanla buluşup konuşmuşluğum vardır. Tanıştığım kişiler çoğunlukla Türk olmasına rağmen, Japonya ve Slovakya kökenli turistlerle de oturup sohbet etmiş birisiyim.

(N'apalım boş bir insanım ve evde sıkılıyorum)

Bu yüzden hiç sosyal medyadan tanıştığı kişilerle buluşmamış insanlara bir kaç ufak tavsiye verebileceğimi düşünüyorum. Lafı çok uzatmadan ilk yaptığım hataları anlatayım.

İlk defa internet üzerinden birisiyle tanışıp buluştuğumda 17 yaşındaydım. Buluştuğum kişiden çok hoşlanıyordum ve aşırı utangaç birisiydim. Şuan buluştuğumuzda neler yaptığımızı bile hayal meyal hatırlamama rağmen aklımdan çıkmayan bir kaç hatalı davranışım var.

Konuşurken göz teması kuramamak


Bunlardan birincisi göz temasından kaçınmaktı. Dediğim gibi çok utangaçtım ve öz güven problemleri ile başa çıkmaktaydım. Muhtemelen bir çoğunuz beni anlayabiliyordur çünkü herkesin ufak tefek öz güven eksiklikleri olan bir devirde yaşıyoruz. Kullandığımız sosyal medya ve televizyon sürekli bize neyin güzel neyin çirkin olduğunu söylediği için kimse kendisini tam olarak güzel hissedemiyor. Bu yüzden bazen göz göze gelmeyince karşıdaki insan bizim yüzümüzdeki çirkinlikleri (!) göremeyecekmiş gibi davranıyoruz.

Siz karşıdaki insanın gözlerine bakamayınca karşıdaki insanda ister istemez "aciz-zayıf-öz güvensiz" izlenimi veriyorsunuz. Halbuki göz göze gelmek karşıdaki insanla bağ kurmanın en kolay yoludur. Araştırmacılar diyor ki birbirini tanımayan iki kişi 6 saniye kadar göz teması kurarsa aralarında bir çekim kuvveti oluşurmuş. Çünkü uzun süre göz göze gelince beyin mutluluk hormonu salgılarmış.

Çok kasıntı olmak veya çok cıvık

Kendiniz gibi davranmayıp çok kasıntı olmamalısınız. Arada şakalaşıp gülmeniz ve arada da gülmeden ciddiyetle karşıdakini dinlemeniz gerekmekte. Ayrıca konuşma dilini de iyi kullanmanız gerekiyor. Çok hızlı konuşmamaya ve konuşurken sesinizi biraz yüksek kullanmanız hem karşıdakine canlı bir enerji verir hem de söylediklerinizi daha rahat anlar.

Masada oturuş biçimi nasıl olmalı?

Eğer karşılıklı oturuyorsanız oturma biçiminiz ile kendi ağırlığınızı ortaya koyabilirsiniz. Genellikle arkasına yaslanmayan ve sürekli olarak, oturduğu yer rahatsızmış gibi, kollarını masaya koyup çeken insanlar etraflarına öz güvensizlik yayar. Unutmayın insanların size verdiği değer, kendinize verdiğiniz değer kadardır. Siz kendinizi önemser ve öz güven kazanırsanız, insanlar da size saygı göstermeye başlarlar. 

Size tavsiyem oturduğunuzda ve karşı taraf konuşurken arkanıza yaslanıp göz teması kurarak ve gerekli yerlerde kafa sallayarak, onu dinlemeniz. Ne zaman ki bir şey söylemek istediniz, ileriye ona doğru eğilip söylerseniz bu konuşmadan sıkılmadığınızı aksine ilgilendiğinizi belli edecektir.

Her şeyin başı üslup arkadaşlar. 


Bir hikaye vardır belki bilirsiniz, adamın birisi Rahip'e gidip "Ben incil okurken sigara içmek istiyorum, olur mu diye sorar. Rahip ona "Tanrı'nın sözlerini okurken bunu yapman günah olur" deyip reddeder. Adam bu sorudan istediği cevabı alamayıp bir kaç gün sonra soruyu değiştirip bir daha sorar ve bu sefer olumlu cevap alır. Olumlu cevap almasındaki sır soruyu şu şekilde sormasıymış: "Ben sigara içerken sürekli incil okuyasım geliyor, bunu yaparsam günah olur mu?" Rahip böyle bir soruyu duyunca ona tabi ki "Her zaman tanrının sözlerini okuyabilirsin" demiş.

Bu örneği size verme sebebim şu ki bazen karşınızdaki insanın söylediği bir şeye karşıt görüş besleyebilirsiniz. Ama bu karşıt görüşünüzü dile getirirken izlediğiniz yol konuşmaya can da katabilir, aranızda uçurum da oluşturabilir. 

Örneğin diyelim ki karşıdaki insan saat 12'den sonra metro gibi bir takım toplu taşıma araçlarını kapattığı için hükümete küfrediyor. Ama siz de bu olayı ekonomik açıdan mantıklı buluyorsunuz. Bu düşüncenizi "Niye öyle diyorsun bence çok da doğru bir karar... çünkü bla bla " şeklinde demek yerine "Sen de haklısın ama şu yönü de var bla bla" cümlelerini kullanmanız sizin için iyi olacaktır. Unutmayın zıtlıklar dozunda olursa birbirini çekebilir ve ilişkiye renk katabilir, ama ayarı kaçtı mı her iki tarafın da konuşmaya olan ilgisi azalır.

Kişisel bakım eksikliği ve zamanlama

Buluşmadan önce aynada kendine bakmalısın. Terliysen veya saçların kabarmış/yağlanmış ise bir duş alma zamanın gelmiş demektir. Tırnakların uzamışsa tırnaklarını kesmen, (erkekler için:) sakalın uzamışsa sakalına ayar vermen gerekmekte. (Kızlar için) Makyaj ürünleri kullanıyorsan ayarını kaçırmadan hafif makyajla kendinde beğenmediğin yerleri kapatabilirsin. Bir erkek muhtemelen kendinde beğenmediğin yerleri zaten bilmeyecektir ama olsun, sen kendini güzel hisset diye yap diyorum. 

Kendimden biliyorum, saçımı güzel yaptığımda hayata o kadar pozitif bakıyorum ki. Sokaktaki kedi köpeğe bile selam verebilecek hale geliyorum. Kız olsam makyaj yaptıktan sonra Avrupa'ya fetihler düzenlerim. Diyeceğim o ki bakımlı olun, karşıdakini etkilemek için değil kendinizi beğenmeniz için. Erkekler size de bir tavsiye vereyim, bu kızların Gratis'te kabaran saçlara veya sivilceli yüzlere karşı iksirleri var. Gerekirse girin alın, artık erkekler de bakım ürünleri kullanıyorlar çekinmenizi gerektirecek bir durum yok. Gratis'te erkek reyonları açılmaya başlar yakında. 

Son olarak yaz aylarında ister istemez terleyeceksiniz. Koltuk altınızda ter izini belli etmeyecek renklerde şeyler giyinin. Örneğin siyah, beyaz ya da lacivert. Açık mavi veya asker yeşili giyerseniz leş gibi terlemiş görünürsünüz benden demesi.

Bu konu hakkında daha bir sürü denilecek şeyler var ama şimdilik bu kadarı yeterli sanırım. Eğer çok okunursa ikinci bir bölüm daha yazabilirim :) Umarım hayatınız boyunca hep iyilerle karşılaşırsınız. Kendinize cici bakın






Anadolu gibi mükemmel bir coğrafyada kurulmuş cennet gibi bir ülkede yaşıyoruz. Asya, Avrupa ve Orta Doğuya olan yakınlığımız diğer ülkelere göre çok büyük bir avantaj. Ama gelin görün ki bir türlü "gelişmekte olan ülkeler" sınıfından çıkamıyoruz. Peki neden hiç düşündünüz mü? Çünkü yeniliğe ve geleceğe odaklı düşünmüyoruz. Çünkü kavga ediyoruz. Çünkü ilke ve inkılaplarımızı bırakıp maneviyata yönelik çalışmalarda bulunuyoruz. Çünkü hala yabancı özentiliği yapıyor ve yerli tüketimi fakirlik gözüyle görüyoruz..


İşte size bunlarla ilgili en basitinden bir kaç örnek söyleyeyim.

1- Okullardaki yabancı ders kitapları

Eğer Anadolu Lisesinde okudu veya okuyorsanız -kaldı ki artık teknik lise falan kalmadı, ya Anadolu ya da İmam Hatip hepsi- sizden yabancı dil derslerinde kaynak kitap almak adına 150 lirayı aşan bir para istemişlerdir. Siz de muhtemelen ya bu parayı vermiş ya da kitap pasajlarından daha ucuza bu kitapların korsanlarını almışsınızdır. İsterseniz bu konuyla ilgili basit bir matematik yapalım.

Benim zamanımda sınıflar 25 - 30 kişi civarındaydı. Diyelim ki dördüncü sınıflar olarak yaklaşık 100 kişiydik. Hepimiz her sınıf atladığımızda neredeyse 150 liralık İngilizce ders kitapları aldık, yani bu da demek oluyor ki:

150 X 100 X 4 = 6000 TL 
(kitap parası çarpı kişi sayısı çarpı dört senelik lise) 

6000TL kadar para ödedik. 

Bunu diğer sene liseye başlayanlar da yaptı ve ondan sonra başlayanlar da... Yani demek oluyor ki sıradan bir Anadolu Lisesi senede 6000 TL'yi yurt dışına heba ediyor. Halbuki en az bu kitaplar kadar güzel yapılmış yüzlerce Türk Yayınevleri tarafından basılmış yabancı dil kitapları varken.. Düşünün benim okuduğum bölgede 5 farklı Anadolu Lisesi daha vardı. Bu yapılanı eğer onlar da yaptıysa bu 30.000 TL sadece benim okuduğum bölgeden çıkan para. İşte bunun adı gereksiz israftır arkadaşlar.

MEB'in burada hatası var mı tabi ki var. Düzgün İngilizce ders kitapları basılsa yabancı kaynağa ihtiyaç duyulmaz. Ama basılmıyor çünkü buna karşı kimsenin bir tepkisi yok. 

2- TÜBİTAK saçmalıkları

Ülkelerin bu yüzyılda birbirlerine karşı en büyük kozları teknolojik gelişmişliktir. Teknoloji üretir, teknoloji satarsan ekonomin bir anda zıplar. Teknoloji ise senin verdiğin emek kadar gelişir. Eğer senin ülkendeki en büyük teknoloji geliştirme kurumu işini düzgün yapmaz ve organik hoşaf ya da papaz eriğini imam eriğine dönüştüren kutu gibi projeleri kazandırırsa o güzelim genç beyinleri NASA gibi yabancı kurumlar kapar tabi. Çok değil 15 sene sonra da o beyinlerin yaptıkları tasarımlarla oluşan ürünleri sana satar, sen de salak gibi paranı onlara verirsin. 

Dobra konuşup şunu söyleyeceğim ki TÜBİTAK bir virüs gibi ülkeyi mahfeden bir kurumdur ve başındakilerin tamamen temizlenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde teknolojik gelişmelerimiz organik hoşaftan ibaret olacaktır. 

Hala anlamış değilim hoşaf zaten organik değil mi ya bu nasıl bir saçmalık ya? İnorganik hoşaf yapsa takdir ederdim ama organik zaten????

3- Devletin Tarıma Yönelmemesi

Türkiye'deki tarım sosyal medyada gösterildiği kadar yerlerde sürünen bir halde değil. Ancak tarımda kendi kendimize yetemediğimiz de su götürmez bir gerçek. Dinlediğim bir gelişim videosunda tarımda önemli olan üçte bir kuralından bahsedilmişti. Üretilen besinlerin 3'te birini halkına satacaksın, 3'te birini yeni besinler üretmek için kullanacaksın geri kalan 3'te birini de yurt dışına ihraç edeceksin ki ülken gelişsin. Ama Türkiye'de işler maalesef ki bu şekilde gitmiyor. Çoğu tarım ürünü ülkeye yetmediği için belli bir miktar da dışarıdan alınıyor. Bunları google'da ithal edilen ürünler diye aratarak bulabilirsiniz.

Tarım bakanlığının insanlara toprak verip alın bunu işleyin demesi bu işi düzeltmez. Düzeltir belki ama kötünün iyisi şeklinde düzeltir. Tarım bakanlığının o bölgede yetişecek en verimli besinlerden tutun, o besinlerin üretim seviyesine kadar her şeyle ilgilenmesi ve bilgisinin olması lazım. İklim el verişli değilse seralar kurması lazım.

Her toplumun üretebildiği ve üretemediği besinler illaki olacaktır. Örneğin Rusya'nın yeterince güneş görmediği için tarımsal ürünlerin bazılarını (örneğin domates, zeytin vs) ithal etmesi kaçınılmaz bir durum. Aynı şey çoğu kuzey ülkeleri için de geçerli. Tarım bakanlığı ayrıca bu ürünleri yetiştirmek konusunda da özenli davranmalı ve bu ürünlerin satılamayıp çürümeye bırakılmaması için de efor sarf etmeli. Çünkü satılamayan mal boşa giden para demektir.

Duy bunları eyy tarım bakanı

Yazı bittikten sonra aklıma geldi, demeden geçemeyeceğim: Yeter artık bina yapmayın tarım yapın yeter

4- Turizm konusu

Türkiye Turizm açısından çok fazla doğal güzelliğe sahip bir ülke. Üç tarafının denizlerle çevrili olmasını geçiyorum

İlk insan yerleşimi olarak keşfedilen Türkiye hariç tüm Avrupa'da adı bilinen Göbeklitepe Tapınağı, Balıklıgöl, Kapadokya Peri bacaları, Nemrut dağı heykelleri ve benzeri belki yüzlerce güzel turistik yerlerimiz mevcut. Ama bunların reklamlarını asla ama asla düzgün bir şekilde yapamıyoruz. Bunu Turizm Bakanımızın üstlenmesi gerekiyor. 

Ama şöyle bir gerçek var ki daha en basit olan deniz turizmini bile adam akıllı yapamıyoruz. Denizlerimizi kirletiyoruz, kumsallarımızı izmaritlerle dolduruyoruz, keko keko insanların turistleri gözleriyle yemesine göz yumuyoruz. Kumsalları pazarlıyor ama kumsallarda olan bitenle asla ilgilenmiyoruz. 

Koy kumsallara bir kaç güvenlik, etrafta olanı biteni izleyip, insanları gerekirse kumsaldan dışarı atabilsin. Plajların yakınlarındaki dükkanları teftiş et, plaja çıkan sokakları "kışın" güzelleştir. Çarpık çarpık binaları düzelt, kaldırımları yenile ve etrafı ağaçlandır. Dükkanlara gerekirse zorunlu dış boya badana şartı getir de satışlarını arttırsınlar. Ülkeye daha çok döviz girsin. Büyük billboard'lar koy ve bulundukları şehirdeki doğal güzellikleri slayt olarak izlet insanlara. Böylece Turistler daha fazla seyahat etsin ve sıkılıp ülkelerine dönmesinler. Daha çok para harcasınlar da ülkeye daha çok döviz girsin.

5- Kültürsüz - Keko İnsanlar

Size inanılmaz bir tespit yapayım mı? Bu ülkenin en eğitimsiz ve geri kafalı insanları yolcu taşıyan insanlar. 

Sırasıyla: Minibüs Şoförleri, Havaalanı Taksicileri, Otobüs Şoförleri

Sadece bunları bir yere toplayıp genel kültür verilmesi bile ülkeyi bir üst seviyeye taşıyacaktır. Trafik canavarlığı denilince akla minibüsçüler, dolandırıcılık denilince ise Hava alanı taksicileri geliyor. Otobüs şoförleri ise yolcularla ve sokaktaki insanlarla yumruk yumruğa kavga etmesiyle meşhur. Farkındayım her gün insanlarla uğraşmak zor bir meziyet ama bu sizin işiniz. Kimseyi okumadığı için suçlayamam, okumak veya okumamak bazen insanın kendi seçimleri dışında olabiliyor. Ama kendini geliştirmek herkesin elinde olan bir seçenek. 

Okuyan insan kültürlü olur diye bir şey de yok ama eğitimli insan kültürlü olur. Bu yüzden bana göre tüm toplu taşıma şoförlerine zorunlu sürüş ve üslup dersleri verilmeli, ayrıca eğitim sonrasında da sık sık denetlenmeliler. 

Ya öğrenci olmana rağmen öğrenci ücreti kabul etmeyen minibüs şoförleri var. Öndeki aracı geçmek için tek şeritli yolda milleti sollamaya çalışan, yetmezmiş gibi farları yakıp karşıdaki aracı aynadan kör etmeye uğraşan beyinsiz bir minibüsçü kitlesi var. Aynı kitle yolda insan görünce hayvan gibi kornaya basıp yolcu çekmeye çalışan kitle. Sanırım kornaya basınca insanlar kararını değiştirip Kadıköy'e değil de Pendik'e gideyim diyecek zannediyorlar. Bunlar düzelmeden ülkede huzurlu bir ortam oluşmaz, oluşamaz.

Daha sonra da küçük şehirlerde yaşayan, kahvede okey oynayan erkekleri ve evde oturup sadece çocuk bakıp kocalarına hizmet eden kadınları ekonomiye katmak gerekiyor. Bu söylediğim belki size çok tuhaf ve saçma gelecek ama doğrusu bu. Kadınla erkek eşit diyoruz ama asla kadının belirli yaşa ulaşmış çocuğunu belli saatlerde tek başına bırakıp işe gitmesine olur diyemiyoruz. Hala orta çağdan gelen bir inanışla "Kadın çalışırsa çocuk sevgisiz büyür" diyoruz.

Almanya'nın nüfusu bizden çok da fazla değil. Bizimkisi 80 onlarınkisi 82 Milyon. Ama bizim istihdam edilmiş (yani çalışan) nüfusumuz 29 milyonken onlarınki 45 milyon. Bu demek oluyor ki nüfuslarının yarısı ekonomiye katkıda bulunuyor. Ama bizim ise neredeyse üçte biri çalışıyor.

Çalışmak dediğim illa fabrikada veya bir kurumda olacak demek değil. Evde de bir şeyler üretip para kazanılabilir. Doğu Anadolu'lu kadınlar soğuk hava şartlarından dolayı örgüde kendilerini çok geliştirmiş insanlardır. Çoğusu dışarıdan kıyafet değil de iplik alır ki çocuklarına giysi yapabilsinler. Peki sen gidip onlara imkan versen, ürettikleri kıyafetleri satın alıp hem kendi insanına, hem de dışarıya satsan fena mı olur? Adım gibi eminim ki Rusya ve Almanya'ya çok ihracat yaparsın.

İç Anadolu kadınları ise eğer ki sen bünyende bulunan (devlete ait) toprakları zamanında Osmanlı'nın yaptığı Tımar sistemi gibi belli şartlar dahilinde işlemeleri için verirsen onlar çok güzel işlerler.

Ya zaten bir kere şuan ki tarım sistemi başlı başına saçmalık. Çiftçi üretip kilosunu kaç kuruşa zor satarken pazara gelene kadar fiyat alıp başını gidiyor. Haberlerde bir sürü kez konu olmasına rağmen kimse de rahatını bozup bir el atmıyor.

Size şunu söyleyeyim, biz şuan ne çekiyorsak ilke ve inkılaplarımız olmadığı için çekiyoruz. Politikalarımız yok, sadece olan sistemi devam ettirerek ülke yönetiyoruz. Bana çıkıp siyaset konuşuyorsun diyebilirsiniz ama şunu söyleyeyim, ben eleştiri yapmasını bilerek büyüdüm. Bugün eleştirdiğim parti çok değil bir buçuk sene öncesine kadar desteklediğim bir parti. Ama artık bir takım şeylerin değişmesi gerekiyor. Çözüm bulmak büyük bir maharet değil. Ben üç gram beynimle 19 yaşımda bu çözümleri bulabiliyorsam, hayatları boyunca siyasetle ilgilenen insanların bunları uykusunda bile düşünebilmeleri lazım. Dediğim gibi maharet çözüm bulmakta değil, maharet problemleri görebilmekte. "Ya tek problem Rahip Brunson bilader yoksa ekonomi çok iyi" diyemezsiniz. Bunu derseniz çomar olursunuz. "Ya Rahip Brunson'u verelim de dolar düşsün Amerika'ya el bağlayalım" da diyemezsiniz. Çünkü bu sefer de çomar olursunuz.

En büyük ve en hızlıca değişmesi gereken bir diğer şey ise ayrımcılık

6- Ayrımcılık

Türk insanı, nedenini çözemesem de, ayrımcılığı çok seviyor. Alevi Sünni, Kürt Türk, Doğu Batı, AKP CHP, Sağcı Solcu ve daha niceleri. Ama göremediğimiz bir şey var ki o da hepimizin aynı devletin altında yaşadığı. Aynı para birimini kullanmamız. Aynı askerin bizi koruması. Aynı gelir düzeylerinde para kazanmamız. Doların yükselmesine sevinip oh olsun şunlara diyen insan kadar boş biri yoktur mesela. Diyeceğim o ki kardeş olalım. Sevgi gösteren insan daima kazanır. Umarım bu günler de gelir geçer ve gelecekte torunlarımıza daha güzel bir Türkiye bırakırız. 


Merhaba sevgili agalarım,

Yaklaşık 8 aydır bu bloga girmiyordum ve açıkçası iki gün öncesine kadar bir daha gireceğimi de düşünmüyordum. Bir buçuk senelik emeğim bir anda yok olduğu için hevesim kırılmış ve blog yazılarına son vermiştim. Bunun en büyük sebebi; alan adımı (yani agalarageldik.com ismini) kaybetmem olmuştu. Yeniden satın almayı düşünmüyorum. Bu arada bana tekrar yazı yazma hevesi veren Hande'ye çok teşekkür ederim. Kendisi bu linkteki blogta bakım ürünleri üzerine deneyimlerini yazıyor. İlgilenenlerin kesinlikle bakmasını öneririm.


Şöyle bir soruyu çok sık duyuyorum. "İkram, sen erkeksin bilirsin. Erkek arkadaşıma doğum gününde ne almalıyım?" Ya da " Sevgilime hediye olarak ne alabilirim?" Her sene 24 şubata yaklaştıkça belirli bir tayfa aynı soruyu sorup duruyor. Örgüt gibiler. Aslında alınacak hediyeye; başkasına sormak yerine, onu çok iyi tanıyan birisi olarak sizin karar vermeniz taraftarıyım derdim. Ancak böyle bir yazı yazarak size ufak da olsa birer fikir verebilirim diye düşünüyorum. Böylece hem belki siz sayemde sevgililer gününde sevgilinize özel ve şık bir hediye alabilirsiniz. Hem de artık ben bir daha malum soruyu sorduklarında bu yazının linkini atabilirim.... Yetti gari.

Bu yazı Quora.com isimli yabancı bir forumda İngilizce yazılmıştır. Ben çevirdim çünkü beni çok etkiledi, sizin de seveceğinizi düşündüm. Umarım sonuna kadar okursunuz :)


Gelecek kaygısı hemen hemen herkesin içinde bir miktar vardır. Zamanımızın çoğunu geleceğimiz için hayıflanmakla geçirmesek de aklımızın bir köşesinde hep, bundan 10 yıl sonra olacağımız kişiye daha iyi bir hayat sunma düşüncesi bulunmaktadır. Bu bağlamda gelecek kaygısının oldukça normal bir düşünce olduğunu bilmeniz yararınıza olacaktır. Her ne kadar gelecekte ne olacağı, hayatın önünüze aniden çıkardığı bir takım sapaklara bağlı olsa da gelecekte ne yapacağınızı planlamak size gelecek kaygısından kurtulma konusunda yardımcı olabilir.


"..çoğu insan mutsuz koşullarda yaşıyor ama yine de bu durumu değiştirmek için bir adım atmıyorlar, çünkü güvenli, rahat ve tutucu bir yaşama şartlanmış vaziyetteler.  Bunların hepsi akla yatkın görünebilir ama gerçek şu ki birinin içindeki maceracı ruha güvenli bir gelecekten daha çok zarar veren hiçbir şey yoktur. İnsanın ruhundaki en temel çekirdek maceraya duyduğu tutkudur. Hayatın neşesi, yeni tecrübelerle karşılaşmamızdan gelir ve buna ilaveten sonsuza kadar değişen bir ufuktan, her gün, yeni ve farklı bir güneşe sahip olmaktan daha harika bir neşe yoktur." 

Chris McCandless, Into the Wild.



Hepimiz toplum içinde kişiliğimizi gizliyoruz. Kendi kimliğimizi tam anlamıyla göstermek yerine bulunduğumuz ortamın su misali şeklini alıyoruz. Sebepsizce başkalarının bize kim olduğumuzu ve nasıl davranmamız gerektiğini söylemesine izin veriyoruz. Halbuki hepimiz ayrı bir hazine, ayrı bir melodiyken sürüye uyup toplumun çizdiği yol üzerinden yürüyoruz. Hiç basılmamış çimlere basıp yol açmak varken bir pide kuyruğu gibi aynı yola diziliyoruz.

Hatalı bir sistemdeki küçük çarklardan başka bir şey değiliz. Hiç kimse neyi neden yaptığını bilmeden bir şeyler yapıyor. Örneğin en basitinden neden okula gitmek zorundayız? Okulda öğrenilen bilgilerin yüzde sekseni hayatımızda bir daha asla karşılaşmayacağımız türden bilgiler. Ya da neden her gün işe gitmek zorundayız? Milyonlarca yıl boyunca insanlar kendi yaptıkları ürünlerle ve yardımlaşma ile geçindi. Gelişmemiş (!) uygarlıklar çağında toplumdaki tarım yapan bölge, yapmayan ancak teknik işlerle uğraşan bölgedekilere yardım edip karşılığında ihtiyaçları olan malzemeleri alıyordu. Para diye bir şey yoktu ama paraya bir ihtiyaç da yoktu.

Binlerce yıllık takas sistemi bir kaç yılda aniden yerini para sistemine bıraktı. Bu devirden sonra da zaten zincir apayrı yerlere gitti. Eskiden insanlar anlık alışverişler yaparlardı. Örneğin elinde bir flütü olan insan o flütü iki kilo elmaya takas edebilirdi. Ama takas etmese o flütü saklayıp zenginleşmeye çalışamazdı. Yani demek istediğim o zamanlarda insanlar "Ah şu flütü vermeyeyim, üstüne iki ayakkabı ve beş de çekiç koyar güzel bir at arabası alırım" demezlerdi. O zamanlar biriktirme kültürü yerine benim buna senin de şuna ihtiyacın var kültürü vardı. Ne zaman ki para icat edildi, insanlar gelecek planları kurmaya başladı.

İşte bizim bugünkü pide kuyruğumuzun başı ta paranın icadına dayanıyor diyebiliriz. Paranın gelişi ile insanlar ihtiyaçlarını sınırlandırmaya yöneldi. Cebimde daha çok bulunsun diyerek daha az yedi ve daha az içtiler. Yetmedi paraya bağlanan meslek sistemlerini icat ettiler. Bunun yanı sıra çocuklarını daha iyi mesleklere yöneltmek için okullar kurdular. Böylelikle sırf para üzerine kurulmuş yeni bir dünya düzeni oluşmuş oldu.

Artık insanlık olarak bu yerleşmiş düzene o kadar alıştık ki, günlük hayatta okumayan birisini görünce ayıplıyor, çalışmayan birisini görünce üzülüyoruz. Okumamak ve çalışmamak tabi ki iyi bir şey değil. Bunda diyecek bir şeyim yok. Ancak okumamak veya bir meslekte çalışmamak kötü bir şey de değil. Okul sadece bilgiye giden bir araçtır. Çoğu insanın unuttuğu şey ise okulun bilgiye giden tek araç olmadığıdır. Eğitim veya yönetim sistemi her insana uymayabilir. Herkes bir bilgiyi aynı şekilde öğrenemeyebilir. Bu hiç kimseyi bir diğerinden düşük seviyede insan yapmaz. İnsan için öğrenmek ömür boyu sürecek bir yoldur. Diğer hangi hayvanlar dünyaya bu kadar yayılıp dünyanın kaynaklarını böylesine kullanabilmiş ve hatta uzaydaki diğer milyonlarca gezegeni merak edip araştırmıştır ki?

Ama yok. Bizim için bir insanın doktor veya hakim olması insan olmasından daha önemli. İşte bu yüzden yavaş yavaş şekilleniyoruz. İnsanların olması gerektiği (!) modellere o kadar saplantılıyız ki oldukları kişiliklerini umursayamıyoruz. Farklı insanları asla ama asla kabullenemiyoruz. En basitinden tüm dünyayı gezmek isteyen bir insana maceraperest gözüyle bakılıyor. Çoğu zaman "Vaay bee.." denilip imreniliyor ve insanlara "Keşke ben de yapabilsem böyle bir şey ya" dedirtiyor. Halbuki çok da büyük bir olay değil ki bu. Çok aşırı yüksek paralar da gerektirmiyor. Tek yapman gereken dünyadaki sisteme olan bağından bir an için kopmak. Ne bileyim işine biraz mola vermek, daha az gereksiz masraflar yapmak gibi şeyler.

Okulu olanlar da devamsızlığını yatakta yatmak için kullanmasınlar bir zahmet, 200 lira biriktirin ve farklı şehirden bir arkadaş edinip onunla buluşun. 100 lirası yola gitse 100 lirasını da harcarsınız. Çok büyük bir ücret değil, alışverişe gidince bir mont ve ayakkabıya bunun iki katını verebiliyoruz. Ha öyle gitmiş ha böyle.

Ya da ne bileyim evinizde oturmayın her zaman. En yakınınızdaki kurslara bakın, çok ilginç kurslar göreceksiniz. Örneğin İsmek kursları (sanırım sadece İstanbul içinde var) okçuluktan at binmeye, piyanodan el işine kadar bir sürü kurs veriyor. Hiç olmadı yabancı dil kurslarına başvurun. Kendinizi yarından itibaren geliştirmeye çalışın. Bu dünya bir günü bile boş geçirmeniz için çok kısa. Bir gün aniden sizin için durmayı bırakacak. Hani John Green'in dediği gibi hayat bu şekilde. Bir anda sözün ortasında -belki cümlenizi bitirmeniz bile beklenmeden- hikayeniz bitecek. İşte o gün önemli olan o hikaye bitene kadar sizin bu hikayede ne kadar baş rol olduğunuz, olayları sizin mi yönettiğiniz yoksa toplum nehrinde sürüklenip karaya mı vurduğunuz.

İplerinizi elinize alın ve geleceğiniz için değil bugününüz için yaşayın. Gelecek hiç gelmeye de bilir. Ama bugün tam karşınızda. Onu iyi değerlendirin.