Agalara Geldik

Takip Edin

Son zamanlarda özellikle gençlerde yaygın birer melankoli akımı var.  Hormonal denge, aşk, ev ve benzeri sorunlar üst üste bindikçe çoğu zaman odada yalnız başına duygusal şarkı dinleme ihtiyacı duyabiliyoruz. Ve bir yerden sonra artık mutlu olmak istiyorum diyoruz. Peki neden mutlu olamıyoruz. Elimizde çoğu insandan fazla imkanımız var. İnternetimiz, evimiz, suyumuz, elektriğimiz var. Peki ne eksik?


Merhaba Agalarım. Blog sahibi olmak artık herkesin beş dakikada -bedavaya- yapabileceği bir olay. Ancak düzgün bir bloga sahip olmak istiyorsanız blogu açmaktan fazlasını yapmanız gerekmektedir. Bu yazıda emektar blogger kardeşlerimin çektiği başlıca sıkıntıları konu aldım. Lafı çok uzatmadan konuya giriyorum. Bloggerların en sık yaşadığı problemler aşağıdaki listedekilerdir. Bugün bu sorunların kaynaklarını ve/veya çözümlerini tartışalım; hiç olmadı beraber dert yanalım istiyorum.

Blogger Sık Yaşanan Problemler:
  • Tema bulmak ve düzenlemek
  • Bloga yazacak konu bulmak
  • Sık aralıklarla yazı yazmak
  • Blogumu kimse okumuyor diyerek pes etmek
  • Bloga yazılan yazının daha çok okunmasını sağlamak
  • Gündelik hayat ile Blogger hayatını oturtamamak
  • Kendi türüne uygun diğer Bloggerları bulmak
  • Sürekliliği olan okuyucu kitlesi kazanmak
  • Blogu Google aramasında ilk sıralara yerleştirmek
  • Adsense'e kayıt olmaya çalışmak

"Bloguma güzel bir tema bulamıyorum."

Blogger hesabı açan bir kişinin ilk olarak yapması gereken şey Blog'unu kendi görsel zevkine göre şekillendirip, kişisel web sayfasının iskeletini oluşturmaktır. Unutmayalım bir ziyaretçiyi Blog'ta tutan ilk şey görsellik, ikinci şey içeriktir. Bu yüzden bir Blogger kullanıcısı, sırf istediği gibi düzgün bir tema bulamadığı için sinir krizi geçirebilir. (Bkz: ben)

Son zamanlarda değişik temalar da çıkmış olmasına rağmen size "Responsive" temaları öneririm. Nedenini ben de tam olarak bilmiyorum (sanırım mobil uyumlu oluyor Responsive'ler) ama benim başlangıçtaki Blogger kullanıcılarına önerme sebebim uzun zamandır bir ton kişi tarafından kullanılıyor olduğu için herhangi bir sorununuz olduğu zaman, gerek Türkçe gerekse yabancı dillerde bir sürü kaynak bulabilecek olmanız.

Tema seçiminden sonra uzun bir temizlik zamanı geliyor. Temizlikten kastım seçtiğiniz temada bulunan yabancı kelimeler ve temayı yapan kişinin aralara sıkıştırdığı kendi reklamlarını silmek. Eğer HTML hakkında hiçbir fikriniz yoksa bu gerçekten zor ve uğraştırıcı bir dönem ama çok da dert etmeyin biraz uğraşınca yavaş yavaş kavramaya başlıyorsunuz.

"Bloğuma ne yazmalıyım? Bloğuma yazacak konu bulamıyorum."

Bloğunuzun iskeletini tema seçerek ve temayı düzenleyerek tamamladınız. Şimdi sırada ikinci aşama yani iskeletin yanına etleri yerleştirme var. Unutmayın iskelete yerleştireceğiniz etler kesinlikle sizin tarafınızdan yazılmış olmalı.Sağ böbreği A bloğundan, sol gözü B sitesinden olursa o iskelet ayakta duramaz. Bunu sadece emek hırsızlığı kötü bir şey diye demiyorum. Aynı zamanda Google'ın blogunuzu en gerilere atmasına yol açan bir davranış olduğu için de diyorum.

Özetle çalmayın, kendiniz olun. Kendinizi yansıtın. Başkalarının kelimeleri ile değil, kendi kelimelerinizle yazılar yazın.

"Bloguma ne sıklıkla yazmalıyım? Blogumu çok güncelleyemiyorum."

Bu ne yalan söyleyeyim benim de sık sık başıma gelen bir durum. Bazı aylar hiç yazı yazasım gelmiyorken bazı aylar her hafta yazı yazıyorum. Siz bana bakmayın ve düzenli bir plan kurun. Yazınızı yazıp bu yazıyı iki gün sonrasına planlayın. Ertesi gün bir yazı daha yazıp bunu son planlanan yazıdan iki gün sonrasına planlayın. Blogger'ın yayınları planlama özelliğini kesinlikle kullanın çünkü düzenli aralıklarla paylaşılan yazılar hem Google'ın çok sevdiği bir davranış, hem de kullanıcıların daha iyi takip edebilecekleri bir arayüz oluşmasını sağlıyor.

"Blogumu neden kimse okumuyor? Blogger'da nasıl tık arttırılır?"


Yeni açılmış bir bloğun Google'dan günlük alacağı ziyaretçi sayısı 5 ile 20 arasında gidip gelecektir. Ama günde 20 tık almak çok çok üst düzey bir yeni blogtur diyebilirim. Genelde iki üç ay boyunca yazdıklarınızın reklamını yapmazsanız en fazla 10-15 tık alırsınız. Daha sonra Google sizi harcadığınız efora göre sıralamaya ekliyor. Örneğin ilk açtığınız bir blogun ismini Google'da aratırsanız yüksek ihtimal bulamayacaksınızdır. Anca Sitenizinİsmi.blogger.com yazıp aratırsanız sitenizi bulabileceksiniz. Daha sonraları birkaç yazınız Google tarafından üst sıralara yükselmeye başlayacak ve sitenizin Google gözündeki değeri artacaktır. Ancak Blog işi gerçekten çok emek isteyen bir iş. Çoğu blogger iki aydan sonra bir daha yazmamak üzere Blogger'ı terkediyor. Sebebi ise kimsenin yazdıklarını okumadığı düşüncesi oluyor genelde.

"Blogumu nasıl tanıtabilirim? Blog yazılarımın daha çok okunmasını nasıl sağlarım?"


Blogger hesabı açıp kendinizi daha kolay bir şekilde tanıtmak istiyorsanız sosyal medyaları iyi kullanmanız gerekmekte. Eğer sık kullandığınız bir sosyal medya hesabınız varsa bu hesapta ara sıra blogunuzun reklamını yapabilirsiniz. Google+ hesabınızı bloggerlar ile ilgili topluluklara ekleyip burada paylaşılan yazıları okuyup yorum atarsanız, yazının sahibi kesin olmasa da yüzde doksan dokuz sizin blogunuza uğrayıp iade-i ziyaret yapacaktır. Bunun dışında diğer bloggerlara misafir yazarlık yaparak back link alabilirsiniz. Backlink denilen şey benim bildiğim kadarıyla başka sitelerde blogunuzun linkinin ne kadar fazla olmasıyla alakalı bir şey. Bu sayı ne kadsr artarsa blogunuz o kadar Google tarafından sevilir. 

Mantığı şu: Google'a göre ne kadar çok internet sitesi sizden bahseder ve link verirse siz o kadar güvenilir kaynaksınız.

Benim blogum da misafir yazarları kabul eden bloglar arasında bulunuyor. Diğer bloglar gibi sadece bir ana konu üzerine (Teknoloji, bilim, kültür, gezi vs) değilim. Bloguma her türlü fikir ve düşünceyi mantık çerçevesi içerisinde savunabilirsiniz. İnsanlarda farkındalık yaratabilecek veya google'da aranılabilecek konularda yazı yazarsanız eğer blogumda misafir yazarlık yapabilirsiniz. Detaylı bilgi için ikramyagdiran@gmail.com eposta adresi üzerinden benimle iletişime geçebilirsiniz

"Bloguma yazı yazacak fırsat bulamıyorum."

Blog yazmal için boş vakit kullanıldığı fikrine katılmıyorum. Boş vakit bol bol var bence kendimizi kandırmayalım. Sadece yazması çok uzun ve yorucu sürdüğü için üşeniyoruz. Eğer blogger kullanmıyorsanız muhtemelen "Aga ne kadar yorucu olabilir ki abartma" diyeceksiniz. Size şöyle söyleyeyim bu yazıyı sanırım iki üç gündür bitiremedim. Ya karnım acıkıyor, ya canım sıkılıyor ya da arkadaşlar mesaj atıyor. Hep bir bahane bulup yazıyı kapatıyorum. 

Uzun lafın kısası boş zaman bulmaya çalışmayın. Kendinize bir zaman belirleyin. Her şeyi bırakıp bir kaç paragraf yazı yazın. Eğer çok uzun yazı yazamayacak durumdaysanız 200 300 kelimelik bir şeyler karalayıp bir kaç gün sonrasına planlarsınız. Bi gün sonra başka bir yazı yazıp onu da iki üç gün sonrasına planlar ve o hafta istediğiniz gibi yatarsınız. Sadece bir gün harcayıp 4 adet 500 kelimelik yazı yazsanız, bu yazıları da haftada iki adet olarak planlarsanız 2 hafta boyunca rahat takılırsınız. Tavsiye ederim.

"Benim gibi konuları işleyen bloggerları nereden bulabilirim?"


Google+ topluluklarından az önce bahsetmiştik. Bu topluluklara gerçekten önem verin, sadece kendi reklamınız için kullanmayın. Burada paylaşılan yazıların hiç olmazsa başlıklarını okuyun. Belki sizin gibi bir başka blog bulabilir ve beraber ortak çalışmalar yapabilirsiniz.

"Okuyucularımı nasıl elimde tutabilirim?"


Okuyucuyu bir blogta tutan en önemli şeyler sırasıyla blogun iskeleti ve yapısı (dış güzellik) ve blogun içeriğidir (iç güzellik yani :d) Eğer blogun dışı yani tema gibi şeyleri ilgi çekici değilse okuyucular içeriği incelemeyeceklerdir. İçeriği inceleyen insanın bir daha blogunuza dönmesini istiyorsanız yazınızı elinizden geldiğince akıcı, anlaşılır ve faydalı yapmaya çalışın. Eğer yazınızı sıkılmadan okuyorlarsa bir daha geri dönecek olma ihtimalleri yükselir.

"Blogumu Google'da bulamıyorum. Blogumu Google aramalarında nasıl yükseltebilirim?"


Blogunuzu Google'da yükseltmeniz için blogunuzun ilk olarak belli bir yaşı olmalı. Örneğin 3 ay bu blog aktif olursa Google sizi gözünün görebileceği bir yerlere taşıyor. Örneğin Google'da aratınca eskiden 25. sayfada sizin blogunuz yazıyorken bu süre boyunca aktif olursanız ilk 5 sayfaya girmeye başlıyorsunuz. Ardından yine aktif bir şekilde bol bol yazı yazar ve bu yazıların 2000-2500 kelime içermesini sağlarsanız bu yazılar genel olarak ilk sıralara doğru yükselmeye başlıyor. 

(Ama yazdığınız 2500 kelime konudan bağımsız olmasın aman)

Google'da ilk sıralarda yer almak yeni bir blogsanız eğer oldukça zor bir hedef. Ancak Google sizi yavaş yavaş tanıdıkça diğer eski ve ölü bloglardan üst sıralara çıkartacaktır. Sadece sabır gerekiyor, bunu başarabilirsiniz. Ben size güveniyorum.


"Blogumu adsense'e nasıl kaydedebilirim?"

Bunun için de size taktik verip yol göstermek isterdim ama maalesef ki kelin ilacı yok agalarım. Ben wordego kullanıyorum memnun da değilim ama kullanıyorum işte :D

Bu yazıyı da burada sonlandırayım. Eğer yazıyı beğendiyseniz ve düşüncelerinizi paylaşmak isterseniz yorumlara beklerim :) 

***Düzenleme 26.04.2020: Bu yazıyı 2017'nin 9. ayında yazmışım. Artık Google+ toplulukları kaldırıldığı için o konu hakkındaki tavsiyelerim biraz yavan kalmış. Bunun dışında Yaklaşık bir sene önce Adsense üyeliği aldım. Bu konu hakkındaki yazımı okumak isterseniz sizi buraya tıklamaya davet ediyorum. Ama o yazıyı okumadan buraya bu yazı hakkında bir yorum atabilirsiniz tabi gönlünüz isterse :) :) Kendinize iyi bakın


Merhaba Agalarım. Bugünkü yazıda Otağtepe Fatih Korusu'ndan bahsetmek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde abimle sıkılıp gezsek mi diye bir düşünce içine girdik. Daha sonra abim Otağtepe korusuna gidelim dediği için oraya doğru yola çıktık. İlk başta aklımda küçük bir orman hayal etmiş olduğum için bir miktar hayal kırıklığı yaşamadım değil. Ama olsun..



Otağtepe korusu nasıl bir yer?

Genel olarak ağaçların orman sıklığında değil de park sıklığında olduğu bir yer. Ama Otağtepe'yi gezmeye değer kılan şey oranın yeşilliğinden daha çok manzarası. Bu manzara neredeyse her yerden görülebiliyor ama yakınlaştıkça denizi de tam olarak görebiliyorsunuz. Sabah saatlerinde gelmenizi tavsiye ederim çünkü aşırı kalabalık bir yer. Akşama doğru gelirseniz gün batımını görebilirsiniz. Batıya doğru güzel bir manzarası olduğu için gün batımının hoş görüneceğini düşünüyorum. 




Yolunuz düşerse gidip zaman geçirebileceğiniz güzel bir yer. Giderken yanınıza yiyecek içecek olarak ufak şeyler götürmek isteyebilirsiniz, çünkü gördüğüm kadarıyla bir şeyler alabileceğiniz yerler yoktu.







Gelişen akıllı telefonlar ve kolay internet erişiminin getirisi olarak sosyal medya hayatımızın merkezine yerleşti. İletişim amacı ile açılan sosyal medyalar zamanla insanlar arasında iletişim kurmanın bir yolu olma boyutundan çıktı. Artık sosyal medyalar tarafından şekillendirilip sosyal medyalar tarafından yönetilir hale geldik.

Ne zaman İnstagram'a girseniz instagram size bazı insanların sizden daha zengin, daha mutlu, daha güzel veya daha yakışıklı olduğunu gösterip durur. Sizden daha çok takip edilen insanları görür, sizinkilerden daha çok beğeni alan fotoğraflara rastlarsınız.

Ne zaman Facebook'a girseniz Facebook size bazı insanların sizden daha çok arkadaşı olduğunu, sizden daha çok sevildiğini gösterip durur.

Çoğu zaman bir sosyal medyaya girdiğinizde kendinizi kötü hissedersiniz. Sanki olduğunuz kişi değil de başka birisi olmalıymışsınız gibi bir hisse kapılırsınız. En azından benim için bu böyle. Ne zaman İnstagram'a girsem insanların gösterişleri ile karşılaşıyorum. Kimisi kendi özel havuzunda yüzerken kimisi gittiği manzaralı restorantın fotoğrafını paylaşıyor. Kimisi ise her gün farklı kombinler giyip fiyakalı fotoğraflar çekiniyor. Ve buna özeniyoruz. İster istemez özeniyoruz. Kim istemez ki havuzlu bir ev veya her gün Alışveriş Merkezi gezip yeni şeyler giymeyi? 

Bundan dolayıdır ki gerçekten yapmak istediklerimiz yerine toplumun kıskanacağı şeyler yapmaya başlıyoruz. Gün geçtikçe sırf "yedik, yaptık, eğlendik, mutluyuz" görünebilmek için kafeye gidip 3 liralık su alan ve 10 tane fotoğraf paylaşan bir topluluk haline geliyoruz. Sosyal medyaları iletişim yerine sosyal maskeler haline getiriyoruz.

Muhtemelen "Herkes böyle değil ki!" diye karşı çıkacak insanlar olacaktır. Evet sosyal medyayı iyi amaçla kullanan, bu yoldan reklam yapıp gelirini arttıran insanlar da var. Ama bunlardan her biri için yüz farklı insan sadece uyandığını söyleyerek 1000+ beğeni alıyor. Ve bu fotoğrafları beğenen insanlar bir zaman sonra beğendikleri insanları, insan olarak değil de ekrandaki pixeller olarak görmeye başlıyor.

Güzel kızmış. Beğen.

Hmm yakışıklı çocuk. Beğen.

Netlik kazandırmak istiyorum, benim sorunum güzel kızlar veya yakışıklı çocuklar değil. Ve yahut da zengin insanlar da değil. Benim bahsetmek istediğim problem sosyal medya ve sosyal medyanın bizi neye cesaretlendirdiği. 

Ve şuna da netlik kazandırmak istiyorum. Bunları sadece laf olsun diye demiyorum. Tabi ki sosyal medya tamamen kapatılsın, yok edilsin demiyorum. Sadece bizim sosyal medyayı kullanmamız gerekirken sosyal medyanın bizi kullanmasına izin verdiğimizi fark edelim istiyorum. 

Yazımı sevdiğim bir alıntı ile bitiriyorum:

           Çoğumuz tüm hayatımız boyunca gerçek kişiliklerimizi gizleyen sosyal maskeler takıyoruz. İnsanlığın ve yaşamın tüm renklerini sergilemek yerine dünyanın olmamızı istediğini düşündüğümüz kişinin heykeli haline dönüşüyoruz. Toplumun söylememizi istediği şeyleri söylüyor, giymemizi istediği kıyafetleri giyiyor ve yapmamızı istediği şeyleri yapıyoruz. Kaderimizde yazan hayatı sürmek yerine başkaları gibi yaşıyoruz. Başkaları için yaşıyoruz. Böylelikle de yavaş yavaş ölüyoruz.


Peki bu konu hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

Merhaba agalarım. Bugünde dahil 2 gündür üniversiteliyim. Şimdi bu yazıda da üniversiteyi anlatarak size nispet yapayım diyorum. Bilmeyenler için Marmara Üniversitesi'nde Almanca okuyorum. Almanca dersleri çok zor olacakmış gibi bir hissiyat içerisindeyim ama hayırlısı bakalım. Sadece iki tane öğretmenimiz varmış. Biz daha bir tanesini tanıyoruz ama muhtemelen yarın diğeri ile tanışırız.

Ders saatlerimiz çok güzel çünkü saat sekiz buçukta başlayıp 12 ya da 1 gibi çıkıyoruz. Tek sıkıntısı tenefüslerin az derslerin de aşırı uzun olması şuan için. İlk ders 90 dakika, ikinci ders 90 dakika, üçüncü ders ise 50 dakika olacakmış. Tenefüsler 10 dakika gibi bir şeydi sanırım.

90 dakika çok uzun ya bir derste iki kere çişim gelir benim :(

Şaka bi yana çok uzun cidden ama erken çıkmamıza sebep olduğu için daha iyi tutarım çişimi bir sene bişey olmaz. Derslikteki öğrenci sayısı  10 kişi gibi az bi miktar. Biz hazırlık okuduğumuz için başka bölümlerden öğrenciler de var. Atıyorum alman dili ve edebiyatı olsun işletme olsun vesaire vesaire..

Tercümanlık bölümü ise toplam 37 kişiymiş. Tabi belki hazırlıktan geçemeyen ya da başka üniversitelere yatay geçiş yapanlar olabilir seneye. Bu konuyu çok sevdim çünkü ikinci senemde erasmusla yurtdışında okumak istiyorum. Ama bunun için çok çalışıp bölümümdekileri geçmem lazım. Almanca tercümanlıktan sanırım bir veya iki kişi erasmusla yurt dışında okuyabilecekmiş. Neyse onu seneye konuşuruz. Bu arada kendi bölümümün sekizincisiymişim ;))

Şuan için sınıfımdakilerden bahsedemeyeceğim çünkü sınıflar değişecekmiş. Bugün ikinci günden deneme sınavı olduk. 50 soru vardı sınavda, amaç seviyemizi öğrenip yeterince bilenleri A2den başlatmak, bilmeyenleri ise A1den başlatmak. İlk 25 soru A1.1, son 25 soru da A1.2den sorulmuş. Hepsinden 20şer doğru olmazsa A2'ye sınıfına alınmazmışım ama sorular bana çok basit geldi. Sanırsam 35 doğru kesin çıkar. Ama 40 soru doğru yapmışımdır diye de düşünüyorum. Eğer A2'ye geçersem burayı güncellerim 😂

Edit: Evet A2ye geçmişim ama benimle beraber geçen herkes almancayı epey bilen insanlar. O yüzden ben yarım yamalak almancamla onlara yetişmeye çalışacağım tüm sene, inşallah hoca herkes biliyor zaten diyerek üstün körü anlatmaz.

Ayrıca kitaplar 670 Tl ya yuh be alo 155 soygun ihbar edecektim


10 yıl içinde evcil hayvanınız muhtemelen ölmüş olacak.

10 üzeri 2 yani 100 yıl içinde siz ölmüş olacaksınız.

 10 üzeri 3 yani 1000 yıl içinde büyük- büyük- büyük- büyük- büyük- büyük torununuz ölmüş olacak.



Küçükken Avatar: Son hava bükücü çizgi dizisi ile büyüyenler neyden bahsettiğimi çok iyi anlamıştır. Eski zamanlarda insanlar dünyanın ve evrenin dört ana elementten oluştuğunu düşünürmüş. Hava, Su, Toprak ve son olarak da Ateş.

Avatar çizgi filminde ise bu elementlerin bazı insanlar tarafından kontrol edilebileceği işlenmektedir.


Merhabalar Agalarım, Almanca tercümanlık okuyacağımı bir önceki -yani buradaki- Agasal'da söylemiştim. Almanca seviyem baya yerlerde olduğu için kendimi geliştirmeye çalışıyordum. Gramer konuları ile ilgili bütün çabalarıma rağmen hala tam anlamıyla cümle kuramıyormuşum gibi hissediyorum. Ama sıkıntım yok halledicem inş.

Ben de dedim ki neden gramer konusunda kendimi bu kadar kasıyorum, Almanca şarkılar bulup onların sözleri ile kendimi geliştirmeye çalışayım. Oldukça mantıklıyım değil mi? Bence de.



Merhaba agalarım, gördüğünüz üzere İki Çift Lafım Var isimli yazımda bahsettiğim tema değiştirme kararımı sonunda yürürlüğe koydum. Agalara Geldik artık yepyeni ve farklı ara yüzüyle karşınızda demek isterdim ama pek bir farkı yok eskisiyle. Benim için en iyi yanı mobil siteyi de masaüstü gibi göstermesi oldu. Ama size şunu söyleyeyim canım çıktı. Şimdi soracaksınız "Önceki temayı neden değiştirdin ki güzeldi" diye onu da söylemek istiyorum, yabancı değilsiniz. Son zamanlarda siteye reklam koydum. Son bir aydır falan yani, ama önceki temada bu reklamlar sayfanın taa en sonuna kadar inmezseniz görünmüyordu. Bu yüzden 1000 gösterime 1 kuruş gibi bir para veriyordu. Küfür gibiydi. Düşünün bir ayda 20 kuruş kazanabildim.

Şimdi masaüstü görünüm ile mobilden de bilgisayardan da görünebilecek, böylece siz bloğu takip ettikçe ben de üç beş kuruş fazladan alacağım. (inş)  Böyle söylediğime bakmayın para için yazmıyorum bu yazıları ama madem yazıyorum bari bir kaç tl gelsin diye de düşünmüyor değilim. Emek var ula emek emek

Emek derken sadece yazı yazmanın zorluğundan değil her şeyde emek var. Blogu olanlar çok iyi anlarlar. Binlerce tema arasından en tatlı olanı seçmek, sonra onun kodlarını düzenleyip yazı boyutlarını değiştirmek, daha sonra Türkçeleştirmek, en sonunda da yazı yazmak.

Kod düzenlemek o kadar zor ki anlatamam. Mesela şuan sağ taraftaki widgetin üzerinde aslında Popüler Postlar diye bir yazı var ama arkaplan ile aynı renkte olduğu için görünmüyor eşoğlu eşek. Nasıl aradım nasıl taradım o renk kodunu bulamadım. Bu yüzden sizden ricam oradaki Popüler postlar yazısını siyah renkli olarak hayal etmeniz. Ben bu konu hakkında biraz daha çalışırım bir kaç kez. O yazıyı siyah yapana kadar durmak yok yola devam.

Bu tema ile ilgili ikinci düzenlemem gereken şey devamını okumak için tıklanılan butonda yazan "Continue reading" yazısını Türkçe yapmak. Bu kolay olacaktır büyük ihtimalle ama bugün olmaz başım ağrıyor sldkafmsdl

Eğer gözümden kaçan bir İngilizce yazı görüyorsanız bana haber verin de düzelteyim olur mu gadasını aldıklarım? Sizi seviyorum kendinize iyi bakın



Yeni bir dil öğrenmek her zaman çok kolay olmayabilir. Bazı insanlar yeni dilleri çok kolay bir şekilde öğreniyorken bazıları bu konuda çok zorlanabilir. Bu tamamen normal bir şeydir. Sayısal zekanız sözel zekanızdan daha iyi olabilir. Ama bir dili öğrenirken zorlanıyor olmanız, o dili asla öğrenemeyeceğiniz anlamına gelmez. Unutmayın hiç biriniz dünyaya geldiğinde Türkçe bilmiyordunuz. Sayısal zekanız sözel zekanızdan daha iyi olsa da olmasa da Türkçe öğrenebildiyseniz neden başka bir dil öğrenemeyesiniz?

İlk olarak yabancı dil öğrenmeye karşı sahip olduğunuz ön yargıyı yıkabildiysem, sanırım şimdi size bir dil öğrenirken nelere dikkat etmeniz konusunda ufak yardımlarda bulunabilirim. 

1-Grameri iyi kavrayın

Dil öğrenirken ilk önce o dilin gramer yapısını bilmeniz gerekir. Basitten başlayın. Önce geniş zaman sonra şimdiki zaman yapısını öğrenin. En son geçmiş ve gelecek zaman yapısını öğrenin. Gramer yapılarını bilirseniz geriye hiç bir şey kalmıyor sayılır. Bir dilin gramerini (yani özne - fiil - nesne ilişkini) öğrenmeye o dilin üzerine kurulu olduğu matematiği öğrenmek de diyebiliriz. 

Eğer yeterince çalışmanıza rağmen gramerleri ezberleyemiyorsanız bu işi daha kolay hale getirebiliriz. Okuyun. Gramer hatalarını düzeltecek en kolay yöntem budur. Okuyabileceğiniz bir sürü şey var. Mesela, 

  • Youtube'dan sevdiğiniz İngilizce şarkıların "Lyrics" videolarını izleyin. 
  • Google'da ya da sosyal medyalarda "Quotes" yazıp ingilizce güzel alıntılar okuyabilirsiniz.
  • Google'da İngilizce kısa hikaye yazıp buradaki hikayeleri okuyun.
Bu verdiğim örnekleri sırası ile yaparsanız zaten bir kaç gün içerisinde gramer konusunda pek bir sıkıntınız kalmaz. Şimdi geldik nasıl daha iyi konuşabileceğinize. İngilizcenin gramerini öğrenen birisi için geriye kalan tek şey Vocabulary yani Kelime bilgisini geliştirmek. Kelime haznenizi geliştirmek için yapabileceğiniz pek bir şey yok. Ama size basit bir kaç önerim var.

  • Basit olarak Google'da  "İngilizce günlük hayatta kullanılan kelimeler" aramasını yapıp çıkan kelimeleri anlamları ile beraber telefonunuzun notlar kısmına kaydedebilirsiniz.
  • Gece yatmadan bu kelimeleri tekrar ederseniz öğrenmeniz daha çabuk olacaktır. Tecrübe konuşuyor :D
  • Google'da "Penpal" araması yaparak kendinize mektup arkadaşı bulabilirsiniz. Böylece İngilizce konuşabilirsiniz
  • Kısa hikayeler ve alıntılar okumaya devam edebilirsiniz.
  • Önceden izlediğiniz yabancı dizileri "itvmovie" isimli siteden "İngilizce" alt yazılı olarak tekrar izleyebilirsiniz.
  • Zamanla sevdiğiniz türden kısa romanlar alıp okuyabilirsiniz
Bu örnekleri bir ay boyunca yaparsanız zaten İngilizceyi derdinizi anlatabilecek kadar biliyor olursunuz. Ama bir dili biliyorum diyebilmek için dinlediğinizi anlayabilmeniz gerekmektedir. Bunun için de İngilizce konuşulan yerlerle epey bir içli dışlı olmanız gerek. Sürekli İngilizce konuşulan videolar izlemelisiniz.

Şunları tavsiye ederim. 

  • "Voscreen" denilen uygulama ile dizi ve filmlerden kesitleri Türkçeye çevirebilirsiniz. Çıkan videoların zorluk derecelerini değiştirme imkanı sunması da çok iyi.
  • Yabancı Youtuberları izleyebilirsiniz.
  • İzlemediğiniz dizileri İngilizce alt yazı ile izleyip kendinizi daha çok geliştirebilirsiniz.
Bunlar benim 4 senede İngilizcemi geliştirme yollarımdı. Şöyle söyleyeyim, küçücük çocukları düşünün. 2 yaşından sonra akılları çalışmaya başladığını farz edersek 4 yaşlarında oldukça basit de olsa güzel bir şekilde Türkçe konuşabiliyorlar. Ufacık bir bebek iki sene içerisinde bir dili sökebiliyorsa siz sürekli ezber yapıp bir şeyler okuyarak 1 senede hayli hayli çözersiniz. Kendinize güvenin.


Merhaba Agalarım, yaklaşık yarım saat önce İngiltere'nin en meşhur efsanelerinden biri olan Kral Arthur efsanesinin bu sene vizyona girmiş olan filmini izledim. Filmin tam adı Kral Arthur: Kılıç Efsanesi (Orjinal adıyla King Arthur: The Legend of the Sword)

Eğer izlemediyseniz kesinlikle tavsiye ederim, çünkü baya kaliteli yapılmış. Filmin konusu şu şekilde:


Lise hayatına ilk adımı atmak herkes için çok heyecan verici bir adımdır. Kendi liseye geçiş yıllarımda nasıl hissettiğimi çok iyi hatırlıyorum. İnternetten bir sürü sözlüğe ve foruma girip lisenin ilk günü neler yapılmalı olduğunu araştırmıştım. O zamanlar ergenlikle beraber gelen popüler olma isteği de olunca lisede nasıl popüler olunur gibi Google aramaları yapmıştım. Oldukça zor dönemlerdi gerçekten, ama lisenin ilk günü o öğrendiğim hiçbir şeyin bir faydasını göremedim.

Şimdi size kendi tecrübelerim ve realistik bir bakış açısı ile lisenin ilk günü ne yapmanız gerektiği hakkında tavsiyelerde bulunayım. Liseye geçenlere tavsiyeler:

1- Erken gidin

Erken gitmeniz sizin yararınıza olacaktır. Çünkü eğer geç giderseniz herkes sıralara ikişerli ikişerli yerleşmiş olacak ve muhtemelen hoca derse gelmeden az çok tanışmış olacaktır. Ben lisedeki ilk dersime geç kalmıştım. Sınıfa girdiğimde hocanın içeride olduğunu bilmiyordum bu yüzden kapıyı tıklama ihtiyacı duymamıştım. Hoca çık kapıyı tıkla gel demişti falan (baya harika bir ilk gün geçirmişim gerçekten.) İçeriye girdiğimde herkes yerleri kapmıştı. Bu yüzden en önde tek oturan bir kızın yanına oturmak zorunda kaldım. Ardından hoca tahtaya gel deyip adımı sormuş, ben İkram deyince de "ceza olarak herkese bi ikram ikram edeceksin" deyip kendi çapında espri yapmıştı. Şimdi düşünüyorum da baya saçma bir ilk ders yaşamıştık be. Matematik hocamız kendisini İngilizce hocası diye tanıtmıştı. İngilizcesi iyi olan var mı deyince yine ben parmak kaldırmıştım. Çık tahtaya dediğinde bana bir matematik sorusu yazmış ve "İngilizce aynı matematik gibidir" diyerek benim üzerimden ders anlatmaya çalışmıştı. Tabi ben kim matematik sorusu çözmek kim :// Tahtada soruyu çözemeyip yerime oturmuştum tekrar :(

Yani siz siz olun erken gidin arkadaşlar. İlk günden geç kalmayın, benim gibi olmayın. Gerçi ben lisede hep ilk derslere geç kalıyordum ama olsundu beni örnek almayın :D

2- Arkadaş edinin

Şimdi soracaksınız nasıl edineceğiz diye. Basit, çünkü lisedeki ilk gün herkes arkadaş edinmek isteyecek. Birisinden silgi isteyerek bile onunla arkadaş olabilecek durumda olacaksınız. Size tavsiyem hemcinsiniz olan birisinin yanında oturmanız ve ismini sormanız. Sonra zaten nerede oturduğunu sorar tanışırsınız. Tenefüste de oturmayın yanınızdakine kantine gidelim mi diye sorun. 

Arkadaş edinmek çok zor olmayacak diyorum çünkü herkes sizin gibi liseye ilk defa başlayacak küçük çocuklardan oluşuyor. Hiç heyecan yapacak bir durum yok, sakin olun ve insanları gözlemleyin

3- Her şeyi inceleyin 

Sınıfınızdaki insanları, hocaları, okul müdürü ve onun törende yüksek sınıflara yapacağı konuşmaya kadar her şeyi iyice dinleyip inceleyin. Özellikle sınıfınızdaki insanların her derste kendini tanıtışını iyi dinleyin. İsimlerini öğrenmeye çalışın, bir insana ismiyle seslenmek çok güzel bir etki bırakır. Çünkü bir dildeki en güzel kelime o dili konuşan kişinin ismidir. Düşünün siz birisinin ismini bilmiyorsunuz ama o dönüp size isminizle sesleniyor ve silginizi istiyor. Güzel bir his değil mi?

4- Hocaları iyi dinleyin

Çoğu hoca dersin başında en nefret ettiği şeyler hakkında uyarısını yapar. Bunları duyup aklınızın bir köşesine kazımanız sizin yararınıza olacaktır.

5- Kendiniz olun

Lise sizin değişebileceğiniz bir ortam maalesef ki değil. Kendinizi ne kadar farklı yansıtsanız da insanlarla yakınlaştığınızda bir kaç ay sonra gerçek kişiliğinizi tanıyacaklardır. İnsanların sizin olduğunuz kişiyi sevmesini sağlamak yerine neden olmak istediğiniz kişiyi sevsinler diye uğraşasınız ki? 

Son olarak herkesi arkadaşınız olarak görmeyin, herkese güvenmeyin. Dikkatli olun Açlık oyunları gibi bir dört sene olacak kime güveneceğinizi bilemeyeceksiniz, ama korkmayın bu da gelir bu da geçer.

Başarılar


Hayatımda daha fazla macera olsun istiyorum. Bavul veya bir sırt çantası alıp karavanıma binmek ve yola koyulmak istiyorum. Hiç görmediğim şehirler, hiç duymadığım sesler ve hiç bilmediğim yüzler göreyim, bulunduğum hayatın içindeki monotonluktan kurtulayım istiyorum. İstanbul'dan sürmeye başladığım karavanla yavaş yavaş Bulgaristan'a doğru ilerleyeyim, oradan sırasıyla Romanya, Sırbistan, Bosna, Hırvatistan, İtalya, Avusturya, Çek cumhuriyeti, Polonya, Almanya, Fransa ve son olarak İspanya'ya gidip tüm yazımı dünyanın en güzel manzarasını bulmaya çalışarak, videolar çekerek ve anı yaşayarak geçirmek istiyorum.

Bir şehirde 2 günden fazla kalmadan Avrupa'yı dolaşırken, bir gün paraşütle atlayıp öbür gün çok yüksek bir dağın tepesinde kar manzarasını seyredeyim. Bir gün 50 metre yüksekten denize atlayıp öbür gün ormanın derinliklerinde dolaşayım istiyorum. Bir gün büyük şehirlerin geceyi aydınlatan bina manzarasını izlerken öbür gün şehrin ışıklarının ulaşamadığı bir yerde karavanın tepesine uzanıp yıldızları izleyeyim istiyorum. Hata yapayım ama ders çıkarayım istiyorum. Yüz kere yere düşeyim ama yüz bir kere ayağa kalkabileyim istiyorum.

İnsan olduğumu tam anlamıyla hissetmek istiyorum. İnsan olmak gibi bir ayrıcalığım varken küçük bir sokak köpeği gibi bir mahalleye bağlanmak istemiyorum. İnsanım ve sanılanın aksine beni insan yapan şey aklımın bulunması değil. Kargalar, karıncalar, arılar.. Bunlar da oldukça akıllı varlıklar. Beni onlardan ayıran özelliğim hayallerimin olması. O yüzden binlerce hayalim olsun istiyorum.

Rüzgarın kulağımda yaptığı gürültülü ses yüzünden kendi bağırışımı duyamazken, yüksek bir tepeden yamaç paraşütü ile atlamak istiyorum. Damarlarımdan akan kanın hızını arttıracak şeyler yapmak, dünyayı gezmek ve keşifler yapmak istiyorum. Yeni hikayeler dinleyeyim, yeni müzikler ve danslar öğreneyim. Yepyeni insanlarla tanışayım, yeni aşklar yaşayayım istiyorum. Bazen çılgın bir insanla delirip bazen de sakin bir insanla kahve içeyim istiyorum.

Kendimi hiçbir zaman bu şehre veya mahalleye ait hissetmedim. Dışarıya bakınca diğer insanlar gibi güzel bir manzara görmüyorum. Geçenlerde rüyamda duyduğum bir söz var. Belki bilinçaltımda kalan bir alıntı ya da belki aksakallı dededen bir mesaj bilemiyorum.

"Bazı insanlar yıldızları seyretmek için doğmuştur, bazıları ise yıldız olmak için."

Ben manzarayı seyretmekten çok sıkıldım, artık manzaranın bir parçası olmak istiyorum. Artık biraz da yıldız olmak istiyorum. Peki ya siz?