Agalara Geldik

Takip Edin




Bazı günler kendimi o kadar sevmiyorum ki anlatamam. Kendimi suçlayacak herhangi bir şey çıkartıyorum durduk yere, bazen olur olmadık şeylerden kendime pay çıkartıp suçlu buluyorum. Biraz yalnız kalsam Hitler benim yüzümden yahudileri öldürmüş oluyor, biraz modum düşse Avusturya-Macaristan veliahdını benim yüzümden vuruyorlar.




İyi pazarlar sevda bahçelerinde kurumuş güller ve diğer okuyucularım. Bu hafta çok karmaşık birtakım olaylar yaşadığım için üzerine yazı yazacak bir konu düşünemedim. Hazırda tutmuş olduğum birkaç taslak konu her zaman bulunduruyorum ama o konuların üzerine yazacağım yazıları da öyle tek oturuşta bitiremeyeceğim için bugün kafa karıştıran ilginç bilgiler hakkında yazma kararı aldım. Bugünkü yazımız ciddiyetten uzak, hafif sohbet tarzında, mizahla harmanlanmış ve eğletirken öğretme ateşi ile kavrulmuş bir yazı olacak. Okuyacağınız bu yazıda tüm hafta aklımda yer edinen ve hayatımın hiçbir yerinde işime yaramamış olan birkaç ilginç bilgilerden söz ederken, biraz da kafamın içine girmiş olacağız.





(Merhabalar, bu yazı bir misafir yazıdır ve yagmrdan.blogspot.com  tarafından yazılmıştır. Yazıyı okuduktan sonra sağlıklı yaşam, diyet ve benzeri konularda kısa ve öz bilgiler almak isterseniz kesinlikle blogunu incelemenizi tavsiye ederim. Çok tatlı ve samimi birisi olduğu kanaatindeyim, seveceğinize eminim ) 

Satın alınan gıdaların uygun koşullarda saklanması sağlıklı tüketim için oldukça önemli. Bazen aldığımız her yiyeceği buzdolabına koyma çabasına girişiyoruz. Oysa ki bazı besinleri buzdolabına koymak hem sağlık açısından hem de saklanma şartları açısından sakıncalar doğurabilmektedir. Peki, buzdolabına kesinlikle koymamanız gereken besinler nelerdir? 



Aradan aylar geçti ve yine sizlere bir hikaye anlatmak istediğim o garip zamanlardan birine girdim. Gelin bakalım şöyle, toplaşın. Önceki "Gökler Kütüphanesi" hikayemdeki gibi uzak diyarlara götürmeyeceğim sizleri bu sefer. Hayır, bu sefer daha içimizden, her zaman geçtiğiniz o kuytu sokaktaki tamirci dükkanına götüreceğim. Hani şu kapısının önünde beyaz bir sandalye bulunan ve zaman zaman kır saçlı bir amcanın oturup sigara içtiği şu küçük dükkan var ya. İşte orada geçiyor bu hikayemiz. Ayrıca bu seferki öyle peri masalı gibi de olmayacak. Dediğim gibi daha içimizden bir hikaye olacak. Kırılan kalplerinizi onarmasını veyahut içinize bir nebze de olsa su serpmesini istiyorsanız diğer hikayeyi "bu linke" tıklayarak okuyabilirsiniz. Bu hikaye yalnızca, içinde bir yerlerde bozulmuş hisseden ve bununla barışmaya çalışan insanlar için.




Merhaba agalarım. Başlıktan da görebildiğiniz gibi yeni bir tema başlatıyorum. "Fikrimce" serisi sayesinde belirli konularda neler düşündüğümü anlatmayı planlıyorum. Öz saygının ne olduğu ve nasıl kazanılabileceğini anlattığım bir önceki yazımın sonundan da anlaşılabileceği üzere bu hayatta en çok istediğim şeylerden birisi "düzenli ve az stresli" bir tempoya sahip olmak. Çalışacağım saatlerimi ve boş olacağım zamanları önceden bileyim. İkisine de eşit derecede zaman ayırabileyim, sabah erken kalkıp kahvaltı yapabileyim. Aynı şekilde gece de yastığa başımı koyduğum gibi uyuyabileyim istiyorum. 






Bu gün "canım kendimcilik" konusunu konuşmak istiyorum. Yıllardan beri hep kendisini ikinci plana koyan ve güçlü kazıklar yeme referansları bulunan biri olarak size bu tarz bir yazı yazmam ne kadar doğru olabilir bilmiyorum. Ama biraz sohbet, biraz eğlence olsun diyerek oturdum bilgisayarın başına. Öncelikle size bir kaç soru sormak istiyorum.