İyi pazarlar sevda bahçelerinde kurumuş güller ve diğer okuyucularım. Bu hafta çok karmaşık birtakım olaylar yaşadığım için üzerine yazı yazacak bir konu düşünemedim. Hazırda tutmuş olduğum birkaç taslak konu her zaman bulunduruyorum ama o konuların üzerine yazacağım yazıları da öyle tek oturuşta bitiremeyeceğim için bugün kafa karıştıran ilginç bilgiler hakkında yazma kararı aldım. Bugünkü yazımız ciddiyetten uzak, hafif sohbet tarzında, mizahla harmanlanmış ve eğletirken öğretme ateşi ile kavrulmuş bir yazı olacak. Okuyacağınız bu yazıda tüm hafta aklımda yer edinen ve hayatımın hiçbir yerinde işime yaramamış olan birkaç ilginç bilgilerden söz ederken, biraz da kafamın içine girmiş olacağız.
Satın alınan gıdaların uygun koşullarda saklanması sağlıklı tüketim için oldukça önemli. Bazen aldığımız her yiyeceği buzdolabına koyma çabasına girişiyoruz. Oysa ki bazı besinleri buzdolabına koymak hem sağlık açısından hem de saklanma şartları açısından sakıncalar doğurabilmektedir. Peki, buzdolabına kesinlikle koymamanız gereken besinler nelerdir?
Merhaba agalarım. Başlıktan da görebildiğiniz gibi yeni bir tema başlatıyorum. "Fikrimce" serisi sayesinde belirli konularda neler düşündüğümü anlatmayı planlıyorum. Öz saygının ne olduğu ve nasıl kazanılabileceğini anlattığım bir önceki yazımın sonundan da anlaşılabileceği üzere bu hayatta en çok istediğim şeylerden birisi "düzenli ve az stresli" bir tempoya sahip olmak. Çalışacağım saatlerimi ve boş olacağım zamanları önceden bileyim. İkisine de eşit derecede zaman ayırabileyim, sabah erken kalkıp kahvaltı yapabileyim. Aynı şekilde gece de yastığa başımı koyduğum gibi uyuyabileyim istiyorum.
Bir şeylere başlamak, ilk adımı atmak hep en zor kısımdır. Ancak o ilk adımı attıktan sonrası su gibi gelir. Konuya bu şekilde başlamamın sebebi ne diye soracak olursanız, az çok tanıyanınız varsa biliyordur, yazılarımın giriş kısımlarında hep çok zorlanıyorum. Her yazı girişinde klasik bir cebelleşmem var "ulan yok sevgili gönül dostlarım diye de başlanmaz, hayır merhaba agalar başlangıcı da çok cinsiyetçi oluyor, off ne yazsam da girsem hemen konuya" diye düşünüyorum her defasında. Kaç defa silip tekrar yazdım mesela bu giriş kısımlarını... (kif kif kif sanki gelişme ve sonuç kısımlarını mükemmel yazıyormuşum gibi konuşuyorum tribe bak)
Bu yazı bir misafir yazıdır. Okuduktan sonra yazarın bloguna gidip biraz bakının derim :) Blogun adresini de şöyle bırakayım, herkese iyi okumalar :)
Öncelikle lise 2'ye giden biri olarak bu yazıyı yazmak için belki daha erken diyenler olabilir. Fakat bizde bazı yollardan geçtik. Ve tecrübelerimle beraber tavsiyelerimden bu yolun başındakilere biraz bahsetmek istiyorum.
El yazısı tarihe mi
karışıyor?
Yüzyıllardan beridir ellerimizle yazıyoruz. Akıllı telefonlar ve bilgisayar bu eylemi oldukça kolaylaştırdı. Bazıları bu durumun çocukların gelişimini kötü etkilediği konusunda uyarıyorlar. Peki ya gerçekten haklılar mı?
Gün geçmiyor ki biraz daha şaşırmayalım,beynimizden kaynar sular akmasın. Gün geçmiyor ki ırmağının akışına ölmek istediğimiz memleketimiz, bizi o ırmakta intihar etme düşüncelerine sürüklemesin. Kelimeler bazen bir takım olayları açıklamak için yetersiz gelir ya hani, aklınızdan aynı anda üçer beşer cümleler geçer ama siz hangisini dile getirmeniz gerektiğini seçemezsiniz; böylelikle de biraz çaba sarf ettikten sonra kendinizi susarken bulursunuz.. İşte tam olarak öyle bir yazı yazma kararı aldım bugün.
Bazen sadece salıvermek en iyisi gibi hissetmeye başladım. Çünkü insan doğası gereği unutkandır, bu da onun belli derecelerde nankörlük yapmasına sebep olur. Unutuyoruz abicim. Kadir kıymet bilmiyoruz, ağzımıza geleni saydığımız vakitler olabiliyor, tek kalemde sildiğimiz kıymetli fotoğraflarımız, anılarımız olabiliyor. Bunu bazen biz yapıyoruz, bazen de karşı taraf bize yapıyor.