ülke neden gelişmiyor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ülke neden gelişmiyor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anadolu gibi mükemmel bir coğrafyada kurulmuş cennet gibi bir ülkede yaşıyoruz. Asya, Avrupa ve Orta Doğuya olan yakınlığımız diğer ülkelere göre çok büyük bir avantaj. Ama gelin görün ki bir türlü "gelişmekte olan ülkeler" sınıfından çıkamıyoruz. Peki neden hiç düşündünüz mü? Çünkü yeniliğe ve geleceğe odaklı düşünmüyoruz. Çünkü kavga ediyoruz. Çünkü ilke ve inkılaplarımızı bırakıp maneviyata yönelik çalışmalarda bulunuyoruz. Çünkü hala yabancı özentiliği yapıyor ve yerli tüketimi fakirlik gözüyle görüyoruz..
İşte size bunlarla ilgili en basitinden bir kaç örnek söyleyeyim.
1- Okullardaki yabancı ders kitapları
Eğer Anadolu Lisesinde okudu veya okuyorsanız -kaldı ki artık teknik lise falan kalmadı, ya Anadolu ya da İmam Hatip hepsi- sizden yabancı dil derslerinde kaynak kitap almak adına 150 lirayı aşan bir para istemişlerdir. Siz de muhtemelen ya bu parayı vermiş ya da kitap pasajlarından daha ucuza bu kitapların korsanlarını almışsınızdır. İsterseniz bu konuyla ilgili basit bir matematik yapalım.
Benim zamanımda sınıflar 25 - 30 kişi civarındaydı. Diyelim ki dördüncü sınıflar olarak yaklaşık 100 kişiydik. Hepimiz her sınıf atladığımızda neredeyse 150 liralık İngilizce ders kitapları aldık, yani bu da demek oluyor ki:
150 X 100 X 4 = 6000 TL
(kitap parası çarpı kişi sayısı çarpı dört senelik lise)
6000TL kadar para ödedik.
Bunu diğer sene liseye başlayanlar da yaptı ve ondan sonra başlayanlar da... Yani demek oluyor ki sıradan bir Anadolu Lisesi senede 6000 TL'yi yurt dışına heba ediyor. Halbuki en az bu kitaplar kadar güzel yapılmış yüzlerce Türk Yayınevleri tarafından basılmış yabancı dil kitapları varken.. Düşünün benim okuduğum bölgede 5 farklı Anadolu Lisesi daha vardı. Bu yapılanı eğer onlar da yaptıysa bu 30.000 TL sadece benim okuduğum bölgeden çıkan para. İşte bunun adı gereksiz israftır arkadaşlar.
MEB'in burada hatası var mı tabi ki var. Düzgün İngilizce ders kitapları basılsa yabancı kaynağa ihtiyaç duyulmaz. Ama basılmıyor çünkü buna karşı kimsenin bir tepkisi yok.
2- TÜBİTAK saçmalıkları
Ülkelerin bu yüzyılda birbirlerine karşı en büyük kozları teknolojik gelişmişliktir. Teknoloji üretir, teknoloji satarsan ekonomin bir anda zıplar. Teknoloji ise senin verdiğin emek kadar gelişir. Eğer senin ülkendeki en büyük teknoloji geliştirme kurumu işini düzgün yapmaz ve organik hoşaf ya da papaz eriğini imam eriğine dönüştüren kutu gibi projeleri kazandırırsa o güzelim genç beyinleri NASA gibi yabancı kurumlar kapar tabi. Çok değil 15 sene sonra da o beyinlerin yaptıkları tasarımlarla oluşan ürünleri sana satar, sen de salak gibi paranı onlara verirsin.
Dobra konuşup şunu söyleyeceğim ki TÜBİTAK bir virüs gibi ülkeyi mahfeden bir kurumdur ve başındakilerin tamamen temizlenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde teknolojik gelişmelerimiz organik hoşaftan ibaret olacaktır.
Hala anlamış değilim hoşaf zaten organik değil mi ya bu nasıl bir saçmalık ya? İnorganik hoşaf yapsa takdir ederdim ama organik zaten????
3- Devletin Tarıma Yönelmemesi
Türkiye'deki tarım sosyal medyada gösterildiği kadar yerlerde sürünen bir halde değil. Ancak tarımda kendi kendimize yetemediğimiz de su götürmez bir gerçek. Dinlediğim bir gelişim videosunda tarımda önemli olan üçte bir kuralından bahsedilmişti. Üretilen besinlerin 3'te birini halkına satacaksın, 3'te birini yeni besinler üretmek için kullanacaksın geri kalan 3'te birini de yurt dışına ihraç edeceksin ki ülken gelişsin. Ama Türkiye'de işler maalesef ki bu şekilde gitmiyor. Çoğu tarım ürünü ülkeye yetmediği için belli bir miktar da dışarıdan alınıyor. Bunları google'da ithal edilen ürünler diye aratarak bulabilirsiniz.
Tarım bakanlığının insanlara toprak verip alın bunu işleyin demesi bu işi düzeltmez. Düzeltir belki ama kötünün iyisi şeklinde düzeltir. Tarım bakanlığının o bölgede yetişecek en verimli besinlerden tutun, o besinlerin üretim seviyesine kadar her şeyle ilgilenmesi ve bilgisinin olması lazım. İklim el verişli değilse seralar kurması lazım.
Her toplumun üretebildiği ve üretemediği besinler illaki olacaktır. Örneğin Rusya'nın yeterince güneş görmediği için tarımsal ürünlerin bazılarını (örneğin domates, zeytin vs) ithal etmesi kaçınılmaz bir durum. Aynı şey çoğu kuzey ülkeleri için de geçerli. Tarım bakanlığı ayrıca bu ürünleri yetiştirmek konusunda da özenli davranmalı ve bu ürünlerin satılamayıp çürümeye bırakılmaması için de efor sarf etmeli. Çünkü satılamayan mal boşa giden para demektir.
Duy bunları eyy tarım bakanı
Yazı bittikten sonra aklıma geldi, demeden geçemeyeceğim: Yeter artık bina yapmayın tarım yapın yeter
Yazı bittikten sonra aklıma geldi, demeden geçemeyeceğim: Yeter artık bina yapmayın tarım yapın yeter
4- Turizm konusu
Türkiye Turizm açısından çok fazla doğal güzelliğe sahip bir ülke. Üç tarafının denizlerle çevrili olmasını geçiyorum
İlk insan yerleşimi olarak keşfedilen Türkiye hariç tüm Avrupa'da adı bilinen Göbeklitepe Tapınağı, Balıklıgöl, Kapadokya Peri bacaları, Nemrut dağı heykelleri ve benzeri belki yüzlerce güzel turistik yerlerimiz mevcut. Ama bunların reklamlarını asla ama asla düzgün bir şekilde yapamıyoruz. Bunu Turizm Bakanımızın üstlenmesi gerekiyor.
Ama şöyle bir gerçek var ki daha en basit olan deniz turizmini bile adam akıllı yapamıyoruz. Denizlerimizi kirletiyoruz, kumsallarımızı izmaritlerle dolduruyoruz, keko keko insanların turistleri gözleriyle yemesine göz yumuyoruz. Kumsalları pazarlıyor ama kumsallarda olan bitenle asla ilgilenmiyoruz.
Koy kumsallara bir kaç güvenlik, etrafta olanı biteni izleyip, insanları gerekirse kumsaldan dışarı atabilsin. Plajların yakınlarındaki dükkanları teftiş et, plaja çıkan sokakları "kışın" güzelleştir. Çarpık çarpık binaları düzelt, kaldırımları yenile ve etrafı ağaçlandır. Dükkanlara gerekirse zorunlu dış boya badana şartı getir de satışlarını arttırsınlar. Ülkeye daha çok döviz girsin. Büyük billboard'lar koy ve bulundukları şehirdeki doğal güzellikleri slayt olarak izlet insanlara. Böylece Turistler daha fazla seyahat etsin ve sıkılıp ülkelerine dönmesinler. Daha çok para harcasınlar da ülkeye daha çok döviz girsin.
5- Kültürsüz - Keko İnsanlar
Size inanılmaz bir tespit yapayım mı? Bu ülkenin en eğitimsiz ve geri kafalı insanları yolcu taşıyan insanlar.
Sırasıyla: Minibüs Şoförleri, Havaalanı Taksicileri, Otobüs Şoförleri
Sadece bunları bir yere toplayıp genel kültür verilmesi bile ülkeyi bir üst seviyeye taşıyacaktır. Trafik canavarlığı denilince akla minibüsçüler, dolandırıcılık denilince ise Hava alanı taksicileri geliyor. Otobüs şoförleri ise yolcularla ve sokaktaki insanlarla yumruk yumruğa kavga etmesiyle meşhur. Farkındayım her gün insanlarla uğraşmak zor bir meziyet ama bu sizin işiniz. Kimseyi okumadığı için suçlayamam, okumak veya okumamak bazen insanın kendi seçimleri dışında olabiliyor. Ama kendini geliştirmek herkesin elinde olan bir seçenek.
Okuyan insan kültürlü olur diye bir şey de yok ama eğitimli insan kültürlü olur. Bu yüzden bana göre tüm toplu taşıma şoförlerine zorunlu sürüş ve üslup dersleri verilmeli, ayrıca eğitim sonrasında da sık sık denetlenmeliler.
Ya öğrenci olmana rağmen öğrenci ücreti kabul etmeyen minibüs şoförleri var. Öndeki aracı geçmek için tek şeritli yolda milleti sollamaya çalışan, yetmezmiş gibi farları yakıp karşıdaki aracı aynadan kör etmeye uğraşan beyinsiz bir minibüsçü kitlesi var. Aynı kitle yolda insan görünce hayvan gibi kornaya basıp yolcu çekmeye çalışan kitle. Sanırım kornaya basınca insanlar kararını değiştirip Kadıköy'e değil de Pendik'e gideyim diyecek zannediyorlar. Bunlar düzelmeden ülkede huzurlu bir ortam oluşmaz, oluşamaz.
Daha sonra da küçük şehirlerde yaşayan, kahvede okey oynayan erkekleri ve evde oturup sadece çocuk bakıp kocalarına hizmet eden kadınları ekonomiye katmak gerekiyor. Bu söylediğim belki size çok tuhaf ve saçma gelecek ama doğrusu bu. Kadınla erkek eşit diyoruz ama asla kadının belirli yaşa ulaşmış çocuğunu belli saatlerde tek başına bırakıp işe gitmesine olur diyemiyoruz. Hala orta çağdan gelen bir inanışla "Kadın çalışırsa çocuk sevgisiz büyür" diyoruz.
Almanya'nın nüfusu bizden çok da fazla değil. Bizimkisi 80 onlarınkisi 82 Milyon. Ama bizim istihdam edilmiş (yani çalışan) nüfusumuz 29 milyonken onlarınki 45 milyon. Bu demek oluyor ki nüfuslarının yarısı ekonomiye katkıda bulunuyor. Ama bizim ise neredeyse üçte biri çalışıyor.
Çalışmak dediğim illa fabrikada veya bir kurumda olacak demek değil. Evde de bir şeyler üretip para kazanılabilir. Doğu Anadolu'lu kadınlar soğuk hava şartlarından dolayı örgüde kendilerini çok geliştirmiş insanlardır. Çoğusu dışarıdan kıyafet değil de iplik alır ki çocuklarına giysi yapabilsinler. Peki sen gidip onlara imkan versen, ürettikleri kıyafetleri satın alıp hem kendi insanına, hem de dışarıya satsan fena mı olur? Adım gibi eminim ki Rusya ve Almanya'ya çok ihracat yaparsın.
İç Anadolu kadınları ise eğer ki sen bünyende bulunan (devlete ait) toprakları zamanında Osmanlı'nın yaptığı Tımar sistemi gibi belli şartlar dahilinde işlemeleri için verirsen onlar çok güzel işlerler.
Ya zaten bir kere şuan ki tarım sistemi başlı başına saçmalık. Çiftçi üretip kilosunu kaç kuruşa zor satarken pazara gelene kadar fiyat alıp başını gidiyor. Haberlerde bir sürü kez konu olmasına rağmen kimse de rahatını bozup bir el atmıyor.
Size şunu söyleyeyim, biz şuan ne çekiyorsak ilke ve inkılaplarımız olmadığı için çekiyoruz. Politikalarımız yok, sadece olan sistemi devam ettirerek ülke yönetiyoruz. Bana çıkıp siyaset konuşuyorsun diyebilirsiniz ama şunu söyleyeyim, ben eleştiri yapmasını bilerek büyüdüm. Bugün eleştirdiğim parti çok değil bir buçuk sene öncesine kadar desteklediğim bir parti. Ama artık bir takım şeylerin değişmesi gerekiyor. Çözüm bulmak büyük bir maharet değil. Ben üç gram beynimle 19 yaşımda bu çözümleri bulabiliyorsam, hayatları boyunca siyasetle ilgilenen insanların bunları uykusunda bile düşünebilmeleri lazım. Dediğim gibi maharet çözüm bulmakta değil, maharet problemleri görebilmekte. "Ya tek problem Rahip Brunson bilader yoksa ekonomi çok iyi" diyemezsiniz. Bunu derseniz çomar olursunuz. "Ya Rahip Brunson'u verelim de dolar düşsün Amerika'ya el bağlayalım" da diyemezsiniz. Çünkü bu sefer de çomar olursunuz.
En büyük ve en hızlıca değişmesi gereken bir diğer şey ise ayrımcılık
6- Ayrımcılık
Türk insanı, nedenini çözemesem de, ayrımcılığı çok seviyor. Alevi Sünni, Kürt Türk, Doğu Batı, AKP CHP, Sağcı Solcu ve daha niceleri. Ama göremediğimiz bir şey var ki o da hepimizin aynı devletin altında yaşadığı. Aynı para birimini kullanmamız. Aynı askerin bizi koruması. Aynı gelir düzeylerinde para kazanmamız. Doların yükselmesine sevinip oh olsun şunlara diyen insan kadar boş biri yoktur mesela. Diyeceğim o ki kardeş olalım. Sevgi gösteren insan daima kazanır. Umarım bu günler de gelir geçer ve gelecekte torunlarımıza daha güzel bir Türkiye bırakırız.
Daha sonra da küçük şehirlerde yaşayan, kahvede okey oynayan erkekleri ve evde oturup sadece çocuk bakıp kocalarına hizmet eden kadınları ekonomiye katmak gerekiyor. Bu söylediğim belki size çok tuhaf ve saçma gelecek ama doğrusu bu. Kadınla erkek eşit diyoruz ama asla kadının belirli yaşa ulaşmış çocuğunu belli saatlerde tek başına bırakıp işe gitmesine olur diyemiyoruz. Hala orta çağdan gelen bir inanışla "Kadın çalışırsa çocuk sevgisiz büyür" diyoruz.
Almanya'nın nüfusu bizden çok da fazla değil. Bizimkisi 80 onlarınkisi 82 Milyon. Ama bizim istihdam edilmiş (yani çalışan) nüfusumuz 29 milyonken onlarınki 45 milyon. Bu demek oluyor ki nüfuslarının yarısı ekonomiye katkıda bulunuyor. Ama bizim ise neredeyse üçte biri çalışıyor.
Çalışmak dediğim illa fabrikada veya bir kurumda olacak demek değil. Evde de bir şeyler üretip para kazanılabilir. Doğu Anadolu'lu kadınlar soğuk hava şartlarından dolayı örgüde kendilerini çok geliştirmiş insanlardır. Çoğusu dışarıdan kıyafet değil de iplik alır ki çocuklarına giysi yapabilsinler. Peki sen gidip onlara imkan versen, ürettikleri kıyafetleri satın alıp hem kendi insanına, hem de dışarıya satsan fena mı olur? Adım gibi eminim ki Rusya ve Almanya'ya çok ihracat yaparsın.
İç Anadolu kadınları ise eğer ki sen bünyende bulunan (devlete ait) toprakları zamanında Osmanlı'nın yaptığı Tımar sistemi gibi belli şartlar dahilinde işlemeleri için verirsen onlar çok güzel işlerler.
Ya zaten bir kere şuan ki tarım sistemi başlı başına saçmalık. Çiftçi üretip kilosunu kaç kuruşa zor satarken pazara gelene kadar fiyat alıp başını gidiyor. Haberlerde bir sürü kez konu olmasına rağmen kimse de rahatını bozup bir el atmıyor.
Size şunu söyleyeyim, biz şuan ne çekiyorsak ilke ve inkılaplarımız olmadığı için çekiyoruz. Politikalarımız yok, sadece olan sistemi devam ettirerek ülke yönetiyoruz. Bana çıkıp siyaset konuşuyorsun diyebilirsiniz ama şunu söyleyeyim, ben eleştiri yapmasını bilerek büyüdüm. Bugün eleştirdiğim parti çok değil bir buçuk sene öncesine kadar desteklediğim bir parti. Ama artık bir takım şeylerin değişmesi gerekiyor. Çözüm bulmak büyük bir maharet değil. Ben üç gram beynimle 19 yaşımda bu çözümleri bulabiliyorsam, hayatları boyunca siyasetle ilgilenen insanların bunları uykusunda bile düşünebilmeleri lazım. Dediğim gibi maharet çözüm bulmakta değil, maharet problemleri görebilmekte. "Ya tek problem Rahip Brunson bilader yoksa ekonomi çok iyi" diyemezsiniz. Bunu derseniz çomar olursunuz. "Ya Rahip Brunson'u verelim de dolar düşsün Amerika'ya el bağlayalım" da diyemezsiniz. Çünkü bu sefer de çomar olursunuz.
En büyük ve en hızlıca değişmesi gereken bir diğer şey ise ayrımcılık
6- Ayrımcılık
Türk insanı, nedenini çözemesem de, ayrımcılığı çok seviyor. Alevi Sünni, Kürt Türk, Doğu Batı, AKP CHP, Sağcı Solcu ve daha niceleri. Ama göremediğimiz bir şey var ki o da hepimizin aynı devletin altında yaşadığı. Aynı para birimini kullanmamız. Aynı askerin bizi koruması. Aynı gelir düzeylerinde para kazanmamız. Doların yükselmesine sevinip oh olsun şunlara diyen insan kadar boş biri yoktur mesela. Diyeceğim o ki kardeş olalım. Sevgi gösteren insan daima kazanır. Umarım bu günler de gelir geçer ve gelecekte torunlarımıza daha güzel bir Türkiye bırakırız.
Merhaba Agalar'ım. Son zamanlarda ne Tumblr bloguma ne de Agalarageldik'e pek zaman ayıramıyordum, bu yüzden az önce telefonumun internetini kapattım ve bilgisayara oturdum. Bugün her zamankinden daha farklı bir yazı yazmak istiyorum. Ülkenin ve dünyanın durumundan söze girip birkaç tür insanı eleştireceğim. Çünkü bunu birisinin yapması gerekiyor, uyan Türkiye'm uyan..
-Dikkat ağır eleştiri içerir-
İlk olarak Türkiye'nin halinden bahsetmek istiyorum. Kendi ülkemi kötülemekten nefret ederim ama şuan cidden hiç umrumda değil çünkü değişmesi gereken bir yapımız var. Türkiye'de bana kalırsa en büyük problem siyasi düşünceleri günlük hayatımızın merkezine yerleştirmemiz. Yerleştirmemiz diyorum çünkü hepimiz az çok bunu yapıyoruz. Ailemizin sevdiği insanları seviyor, onların benimsediği düşünceleri benimsiyoruz. Ta ki başka bir siyasi figür bize yararı dokunan bir atılımda bulunana kadar bunları canımız pahasına savunuyoruz. Sonra yeni gelen siyasi figüre bağlanıyoruz ve onun sevmeyenlerine karşı nefret besliyoruz.
Örneğin A partisi ve C partisi yüzünden kaç kişinin tartıştığını gördüm şu zamana kadar anlatamam. Babası A partisinden olan bir çocuk sürekli babasının düşüncelerinden etkilenip A partisine sempati besliyor. Daha 18 bile olmadan (oy bile veremeden) 30 santimetre boyuyla bu partinin savunuculuğunu yapıyor. En yakın arkadaşı da ondan pek farklı değil tabi, o da hep C partisinin düşünceleri ile doldurulmuş. Bu iki çocuk neden okuldaki dersler, evde izledikleri filmler veya gördükleri kızlar hakkında konuşmuyor da siyaset konuşuyor ki? Bu konu o kadar saçma bir konu ki anlatamam.
Siyasi düşüncelerinizin olmasına karşı değilim. Ancak bunun sadece kendi ailenizden duyduğunuz fikirler olmasına karşıyım. Bu fikirlerin 13-17 yaşlarında olmasına karşıyım. Bu fikirlerin okul, kafe, sokak, lunapark gibi yerlerde olmasına karşıyım. Eğer siyaseti çok iyi biliyorsanız meclise gidin orada tartışın.
Arkadaşlarınızla siyaset konuşmayın, çünkü siyaset aranızdaki muhabbeti ayıracak en basit konudur. Hatırlatmak isterim ki hiçbiriniz A veya C partisinin başkanları ile birebir konuşup arkadaş olmadınız, aksine onların hazırladığı konuşmaları dinleyip onlara inandınız. Onların sadece televizyonda çıktıkları kadarını biliyor ve dinliyorsunuz.
Siyaseti ve siyasetçileri sevmenin kötü bir yanı yok tabi ki ancak onları ölümüne savunmak çok tehlikeli bir durum. Takım tutmuyorsunuz arkadaşlar. Boru değil.
Türkiye'de sevmediğim diğer bir şey, çoğu insanın özel hayata saygısının olmaması. Nasıl mı? Türkiye'de kıyafet özgürlüğü denen bir şey var öyle değil mi? Peki bazı açık insanların, kapalı insanlara örümcek kafalı demesi ve yine bazı kapalı insanların açık insanlara orospu demesi neden? Sorsanız ikisi de bu benim özgürlüğüm ben böyle giymeyi seçtim der ama kapalı bir kız göbeği açık başka bir kızı görse içten içe "Şuna bak nasıl giyinmiş, kaşar kadın" diyor. Aynı şekilde göbeği açık giyinecek kadar rahat olan bir kız ise çarşaf giymiş birisini görünce "Bu neden benim gibi rahat değil yaa yobaz kadın" gibi bir düşünceye girebiliyor. Bu düşünceyi tüm kapalılara ve açıklara yüklemiyorum ama ben şu zamana kadar sürekli böyle konuşmalar duydum ve hiç "SİZE NE !" diyemedim. Bu zamana kadar hiç o kadar öz güvenli olamadım ama madem sanaldayız şimdi klavye delikanlılığımı gösteriyorum
SİZE NE YA SİZE NE
Bir de şöyle tipler var, birisi ben feministim diyince ona hemen dikkat çekmeye çalışan bir kişi gözüyle bakılıyor. Hatta sırf sinir oluyorlar diye kadın yerine inatla "bayan" diyen insanlar tanıyorum.
Veya ateistim denilince "Yanacaksın" şeklinde şeyler söyleniyor. Bunu geçtim ateistler de "yallah arabistana" diye dini inancı olanlara sataşıyor. Aleviler sünnilere, sünniler alevilere kız vermiyor. Ülke çapında herkes herkesle kavga içerisinde.. Neden?
Din bireyseldir arkadaşlar. Kimse kimseye dini inancı ile ön yargı taşımamalı. Ben müslümanım ama alevi, agnostik, ateist ve katolik arkadaşlarım oldu şu zamana kadar. İki cümle öncesinde kimse kimseye dini inancından dolayı ön yargı taşımamalı dedim, onu geri alıyorum. Kimse kimseye hiçbir fikir yüzünden ön yargı taşımamalı.
Geçenlerde lezbiyen bir kız anonim olarak soru sorduğunda bana mesaj atmasını ve konuşabileceğimizi hatta arkadaş olabileceğimizi söyledim. Anında başka bir anonim gelip "Eşcinsellik günahtır normalleştirmeyin." gibisinden bir şey yazmıştı. Eşcinsellik günah değil eşcinsel ilişki İslam'da günahtır. Ben de buna inananlardanım. Ama ne ben ne de sen eşcinsel olduğu için birisini cehenneme atamayız. Bu onların seçimi değil bunu anlamak gerekiyor. Kim Türkiye'de eşcinsel olmak ister ki? Hem benim namaz kılan ve çok inançlı bir eşcinsel arkadaşım da olmuştu. Çok merak ediyorum eşcinsellik günahtır diyip insanları dışlayan kaç kişi 5 vakit namaz kılıyor.
Arkadaşımın yüze yakın hap içip intihar girişiminde bulunduğunu hatırlarım yav yazıktır günahtır.
Türkiye hakkında değişmesi gerektiğine inandığım daha bir sürü şey var. Gece dışarı çıkan bir kıza yollu gözü ile bakılmasından tutun otobüste minibüste kadınlara çeşitli şekillerde tacizlerde bulunanlara kadar. Ya da bir kızın bıyıkları ve tüyleri çıkıyor diye kıza erkek fadime diyen insanlara kadar. (Ki böyle birisi tumblrda da oldukça fenomen ama gülüp geçiyorsunuz..) Ülkeye birisi böcek ilacı falan sıkmalı aslında yav gerçekten.
Dünya çapında değişmesine inandığım bir konu ise ülkelerin bu kadar vurdumduymaz olması. Vatandaşlarının da ülkelere ses çıkartmaması. Bu konuda Türkiye'yi gerçekten çok seviyorum. Mesela Suriye'deki savaş sırasında insanların ölmemesi için elinden geldiğince yardımda bulunması veya her ramazan ve kurban bayramlarında Afrika'ya yapılan yemek, su, eğitim, barınak gibi yardımların bulunması.
Şimdi iki üç kişi Suriyelilere laf yapacak biliyorum ama biraz insancıl olun arkadaşlar. Ben de biliyorum Suriyeli üç beş kişinin Türklere neler yaptığını, o çok ayrı bir konu ama Suriyede küçücük çocukların korku içinde yaşamasını istemek fazla canice. Üstteki fotoğrafa bakın ve Suriyenin nasıl bir yere döndüğünü görün. Insanları orada ölüme terk etmek insanlığa sığmaz, sığamaz.
Peki yazı boyunca tüm bu bahsettiğim durumların düzelmesi için ne yapılabilir? Çok klasik bir cevap vereceğim. Okuyun aga. Okuyun dediysem gidip çocuk kitapları okumayın, sizi geliştirebilecek şeyler okuyun. Farklı yaşamdaki insanların hayatlarını okuyun mesela. Zorluktaki bir aileyi, kendini çirkin bulan bir kişinin hayatını, yasam mücadelesi veren insamları, farklı siyasi partilerin propagandasını yapan gazeteleri, kadınlara yapılan aşağılık hakaretleri, translara yapılan saldırıları okuyun. Kutsal kitapları okuyun mesela. Kutsal kitapların hepsi bizi gelişmiş insan yapmaya ve ahlaklı davranışlar sergilemeye yönelten kitaplardır.
Şöyle söyleyeyim Budistler Buda'nın dediklerine uysa, İsrail Tevrat'a uysa, ateistler ahlak kurallarını benimseseler, müslümanlar Kuran'a uysa ve hristiyan devletler de İncil'e uysa; her inancın insanları inançlarını bireysel (kendi başına) yaşasa dünya hayal edemeyeceğiniz kadar güzel bir yer olurdu.
Her bakımdan alçakgönüllü, yumuşak huylu, sabırlı olun. Birbirinize sevgiyle, hoşgörüyle davranın.
(İncil / Efesliler: 2)
İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen en güzel bir tarzda uzaklaştır; o zaman seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir
(Kuranı Kerim / Fussilet: 34)
Son olarak buraya kadar okuduysanız sizi tebrik ediyorum. Eğer kendimi kaybedip sizi de eleştiri yağmurlarımla boğduysam affedin. William Shakespeare'in çok güzel bir sözü vardır: Dünyada görmek istediğiniz değişimin kendisi olun
İnşallah birkaç kişinin zihninde yeşerebilecek ufak çaplı bir tohum ekebilmişimdir, kendinize cici bakın sizi seviyorum