Into the Wild etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Into the Wild etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
"..çoğu insan mutsuz koşullarda yaşıyor ama yine de bu durumu değiştirmek için bir adım atmıyorlar, çünkü güvenli, rahat ve tutucu bir yaşama şartlanmış vaziyetteler. Bunların hepsi akla yatkın görünebilir ama gerçek şu ki birinin içindeki maceracı ruha güvenli bir gelecekten daha çok zarar veren hiçbir şey yoktur. İnsanın ruhundaki en temel çekirdek maceraya duyduğu tutkudur. Hayatın neşesi, yeni tecrübelerle karşılaşmamızdan gelir ve buna ilaveten sonsuza kadar değişen bir ufuktan, her gün, yeni ve farklı bir güneşe sahip olmaktan daha harika bir neşe yoktur."
Chris McCandless, Into the Wild.
Hepimiz toplum içinde kişiliğimizi gizliyoruz. Kendi kimliğimizi tam anlamıyla göstermek yerine bulunduğumuz ortamın su misali şeklini alıyoruz. Sebepsizce başkalarının bize kim olduğumuzu ve nasıl davranmamız gerektiğini söylemesine izin veriyoruz. Halbuki hepimiz ayrı bir hazine, ayrı bir melodiyken sürüye uyup toplumun çizdiği yol üzerinden yürüyoruz. Hiç basılmamış çimlere basıp yol açmak varken bir pide kuyruğu gibi aynı yola diziliyoruz.
Hatalı bir sistemdeki küçük çarklardan başka bir şey değiliz. Hiç kimse neyi neden yaptığını bilmeden bir şeyler yapıyor. Örneğin en basitinden neden okula gitmek zorundayız? Okulda öğrenilen bilgilerin yüzde sekseni hayatımızda bir daha asla karşılaşmayacağımız türden bilgiler. Ya da neden her gün işe gitmek zorundayız? Milyonlarca yıl boyunca insanlar kendi yaptıkları ürünlerle ve yardımlaşma ile geçindi. Gelişmemiş (!) uygarlıklar çağında toplumdaki tarım yapan bölge, yapmayan ancak teknik işlerle uğraşan bölgedekilere yardım edip karşılığında ihtiyaçları olan malzemeleri alıyordu. Para diye bir şey yoktu ama paraya bir ihtiyaç da yoktu.
Binlerce yıllık takas sistemi bir kaç yılda aniden yerini para sistemine bıraktı. Bu devirden sonra da zaten zincir apayrı yerlere gitti. Eskiden insanlar anlık alışverişler yaparlardı. Örneğin elinde bir flütü olan insan o flütü iki kilo elmaya takas edebilirdi. Ama takas etmese o flütü saklayıp zenginleşmeye çalışamazdı. Yani demek istediğim o zamanlarda insanlar "Ah şu flütü vermeyeyim, üstüne iki ayakkabı ve beş de çekiç koyar güzel bir at arabası alırım" demezlerdi. O zamanlar biriktirme kültürü yerine benim buna senin de şuna ihtiyacın var kültürü vardı. Ne zaman ki para icat edildi, insanlar gelecek planları kurmaya başladı.
İşte bizim bugünkü pide kuyruğumuzun başı ta paranın icadına dayanıyor diyebiliriz. Paranın gelişi ile insanlar ihtiyaçlarını sınırlandırmaya yöneldi. Cebimde daha çok bulunsun diyerek daha az yedi ve daha az içtiler. Yetmedi paraya bağlanan meslek sistemlerini icat ettiler. Bunun yanı sıra çocuklarını daha iyi mesleklere yöneltmek için okullar kurdular. Böylelikle sırf para üzerine kurulmuş yeni bir dünya düzeni oluşmuş oldu.
Artık insanlık olarak bu yerleşmiş düzene o kadar alıştık ki, günlük hayatta okumayan birisini görünce ayıplıyor, çalışmayan birisini görünce üzülüyoruz. Okumamak ve çalışmamak tabi ki iyi bir şey değil. Bunda diyecek bir şeyim yok. Ancak okumamak veya bir meslekte çalışmamak kötü bir şey de değil. Okul sadece bilgiye giden bir araçtır. Çoğu insanın unuttuğu şey ise okulun bilgiye giden tek araç olmadığıdır. Eğitim veya yönetim sistemi her insana uymayabilir. Herkes bir bilgiyi aynı şekilde öğrenemeyebilir. Bu hiç kimseyi bir diğerinden düşük seviyede insan yapmaz. İnsan için öğrenmek ömür boyu sürecek bir yoldur. Diğer hangi hayvanlar dünyaya bu kadar yayılıp dünyanın kaynaklarını böylesine kullanabilmiş ve hatta uzaydaki diğer milyonlarca gezegeni merak edip araştırmıştır ki?
Ama yok. Bizim için bir insanın doktor veya hakim olması insan olmasından daha önemli. İşte bu yüzden yavaş yavaş şekilleniyoruz. İnsanların olması gerektiği (!) modellere o kadar saplantılıyız ki oldukları kişiliklerini umursayamıyoruz. Farklı insanları asla ama asla kabullenemiyoruz. En basitinden tüm dünyayı gezmek isteyen bir insana maceraperest gözüyle bakılıyor. Çoğu zaman "Vaay bee.." denilip imreniliyor ve insanlara "Keşke ben de yapabilsem böyle bir şey ya" dedirtiyor. Halbuki çok da büyük bir olay değil ki bu. Çok aşırı yüksek paralar da gerektirmiyor. Tek yapman gereken dünyadaki sisteme olan bağından bir an için kopmak. Ne bileyim işine biraz mola vermek, daha az gereksiz masraflar yapmak gibi şeyler.
Okulu olanlar da devamsızlığını yatakta yatmak için kullanmasınlar bir zahmet, 200 lira biriktirin ve farklı şehirden bir arkadaş edinip onunla buluşun. 100 lirası yola gitse 100 lirasını da harcarsınız. Çok büyük bir ücret değil, alışverişe gidince bir mont ve ayakkabıya bunun iki katını verebiliyoruz. Ha öyle gitmiş ha böyle.
Ya da ne bileyim evinizde oturmayın her zaman. En yakınınızdaki kurslara bakın, çok ilginç kurslar göreceksiniz. Örneğin İsmek kursları (sanırım sadece İstanbul içinde var) okçuluktan at binmeye, piyanodan el işine kadar bir sürü kurs veriyor. Hiç olmadı yabancı dil kurslarına başvurun. Kendinizi yarından itibaren geliştirmeye çalışın. Bu dünya bir günü bile boş geçirmeniz için çok kısa. Bir gün aniden sizin için durmayı bırakacak. Hani John Green'in dediği gibi hayat bu şekilde. Bir anda sözün ortasında -belki cümlenizi bitirmeniz bile beklenmeden- hikayeniz bitecek. İşte o gün önemli olan o hikaye bitene kadar sizin bu hikayede ne kadar baş rol olduğunuz, olayları sizin mi yönettiğiniz yoksa toplum nehrinde sürüklenip karaya mı vurduğunuz.
İplerinizi elinize alın ve geleceğiniz için değil bugününüz için yaşayın. Gelecek hiç gelmeye de bilir. Ama bugün tam karşınızda. Onu iyi değerlendirin.