Agalara Geldik

Takip Edin


Bir şeylere başlamak, ilk adımı atmak hep en zor kısımdır. Ancak o ilk adımı attıktan sonrası su gibi gelir. Konuya bu şekilde başlamamın sebebi ne diye soracak olursanız, az çok tanıyanınız varsa biliyordur, yazılarımın giriş kısımlarında hep çok zorlanıyorum. Her yazı girişinde klasik bir cebelleşmem var "ulan yok sevgili gönül dostlarım diye de başlanmaz, hayır merhaba agalar başlangıcı da çok cinsiyetçi oluyor, off ne yazsam da girsem hemen konuya" diye düşünüyorum her defasında. Kaç defa silip tekrar yazdım mesela bu giriş kısımlarını... (kif kif kif sanki gelişme ve sonuç kısımlarını mükemmel yazıyormuşum gibi konuşuyorum tribe bak)




Gerçekten Çin devletine özel bir yazı yazmanın zamanı geldi. Alınan gücenen her şeyden - bunların başında sağlıklı yarasalardan ve Jackie Chan'den- şimdiden özür diliyorum. Ancak söyler misiniz en son ne zaman huzur içinde birilerine sarıldık, birileri ile buluştuk. Evimize misafir çağıramaz, otobüste direkten tutunamaz olduk. Bütün bunların başlıca sebebi ise daha önce hiç gitmediğimiz bir ülkenin, daha önce hiç duymadığımız bir şehrinde bulunan, daha önce haberimizin bile olmadığı bir hayvan pazarında adını sanını bilmediğimiz bir çekik gözlü vatandaşın hastalıklı bir yarasayı yemesi..



İyiden iyiye bu blogu, denizciler ve ailelerinin ilişkisine benzetmeye başladım. Aylarca sefere gidip denizler aşıyorum, ardından buraya gelip iki üç kelime bir şeyler karalayıp tekrar yelkenleri kaldırıyorum. Bazen de emekli öğretmenler gibi yapacak bir şey bulamayıp sıkıntıdan kendime iş çıkartır gibi hissediyorum. Emekli demişken ne zaman emekli olacağımı merak etmekteyim. Az kaldı aslında, bir bakıma emeklilikte yaşa takılıyorum diyebiliriz. Yıllardır çalışmadığım yer kalmadı. Kafe, dondurmacı, halk ekmek, fotokopici, Alarm şirketi, Türk Hava yolları... Evet doğru duydunuz. Türk hava yolları'nda işe başlamıştım. Hayır uçak olarak değil, anlatacağım sabır lütfen.



Bu yazı bir misafir yazıdır. Okuduktan sonra yazarın bloguna gidip biraz bakının derim :) Blogun adresini de şöyle bırakayım, herkese iyi okumalar :)

Öncelikle lise 2'ye giden biri olarak bu yazıyı yazmak için belki daha erken diyenler olabilir. Fakat bizde bazı yollardan geçtik. Ve tecrübelerimle beraber tavsiyelerimden bu yolun başındakilere biraz bahsetmek istiyorum.



(Bu yazı bir misafir yazıdır. Yazarın kendi web sayfasını buraya tıklayarak ziyaret etmeyi unutmayın :) )
Merhabalarr, bu yazıda kendi okuyup beğendiğim,sizin de beğenebileceğinizi düşündüğüm birkaç kitabı size önereceğim (:


Yeni başlangıçlar her zaman korkutucu olmuştur. Özellikle bir yolculuğa ya da seyahate karşı atılan en zor adım hep o ilk adımdır. Bir çocuk için okulun ilk günü neyse, bir genç için de üniversitedeki ilk gün odur. Özellikle şehir dışında bir üniversitede okumak fikri insanı en çok heyecanlandıran konulardan bir tanesi olabilir. Ancak bugünkü yazıyı "üniversitede nasıl davranmalıyım" sorusuna cevaben yazmıyorum, aksine böyle düşünenleriniz varsa şimdiden söyleyeyim: Böyle bir yazı aratıp vaktinizi harcamayın. Onun yerine bugün size üniversite hayatı hakkında ufak çaplı bir tanıtım ve tavsiyelerde bulunacağım. Hadi o halde, çok uzatmadan başlayalım.

Herkesin hayatında en azından bir kere olsun gördüğü, belki eline bile aldığı bir kitabı anlatmak istiyorum size bugün. Adını kesinlikle en azından bir kere olsun duymuşsunuzdur.  Paulo Coelho'nun yazdığı Simyacı romanı. Bu güne kadar okuduğum tüm kitaplardan daha çok sevdiğim bu kitabı, aslında tam olarak okudum diyemeyiz. Kitap okumaya zaman bulamadığım bu yoğun günlerde arkadaşımın attığı bir Youtube linki sayesinde bu kitabı dinleme fırsatım oldu.