Agalara Geldik

Takip Edin

Merhaba agalar, geçen hafta cumadan (yani 14 temmuzdan) beridir aganız Izmir'de tatil yapıyor. Seferihisar ilçesinin Sığacık mahallesinde küçük bi yazlığa kurulduk. Sığacık gerçekten çok güzel bi yer ama izmir'in aşırı dışında kalıyor. 

Sığacıktan Izmir'in merkezine gitmek için yaklaşık 1,5 saatlik otobüs yolculuğu yapmanız gerekiyor. Sanırım sığacığın tek kötü yanı bu. Hayır 1,5 saat çok mu fazla derseniz değil ama yolda giderken izleyebileceğiniz manzara falan da bulunmuyor. 

Tek gördügünüz şey Izmir'in dağları ve orada açan çiçekler. Bi de at-inek falan..

(Bu arada telefonumda büyük i harfi olmuyor o yüzden Izmir yazıyorum sonra laf olmasın aga) 


Fotoğrafları sırasıyla ekleyemedim o yüzden sıralama olmadan tek tek açıklayayım. Üstteki fotoğrafı Sığacık'ın meşhur halk plajı Büyük Akkum civarında çektim. 

Suyun rengine bakar mısınız ne kadar berrak yav harika

Ancak şöyle bir şey var ki Büyük Akkum kumsalı biraz pis, dalgalar hiç bi engel olmadan oraya sürüklüyor yosunu kumu ve kahverengi odunumsu bir şeyleri (ne olduklarını bile bilmiyorum Allah affetsin)

Büyük Akkum'un hemen 200 metre yukarısında ise Küçük Akkum ve Mukka Beach var. Ikisi de çok temiz ve dalgalardan uzaktalar

Ama ikisi de paralı :(

Gitmiyom o yüzden...



Burası da Sığacık'ın tepeden çekilmiş bir görüntüsü. Fotoğrafın tam ortasındaki turuncu binaları görüyorsunuz ya hani, onun hemen deniz kıyısında belli olmayan küçük bi kale var, Sığacık kalesi orası da. Şimdilerde içerisinde bir sürü minik evler var ve çok güzel bi yer.

(Aşagıda bi yerlerde kale içini çektiğim fotoğraflar var)



Burası bu blogun diğer yazarlarından olan iki senelik arkadaşım Elif'le buluşunca gittiğimiz Izmir Fuarı. Fuar ilçenin adı mı yoksa başka bir şey mi bilmiyorum ama çok da önemli değil :D

 yalnız fotoğraf efsane değil mi yav

 ben çektim ;)


Burada da Elifle izban bekliyorduk.

 Hehhh yeri gelmişken Izmir'de izban ve metrolara binmek için önüne gelen metro kapısındaki düğmeye basman gerekiyormuş. Görünce şok oldum bizde yok öyle bir şey 

Istanbulluları ağlatan teknoloji
 (düğmeli metro)



Büyük Akkum plajı burası işte, şezlonglar 5 tl ve arkadaki Salasch cafe'nin wifi şifresi: neyapıcankii

Wifi şifresini soruyoruz neyapıcankii diyor :(

 internete girecem kii

( edit: şuan cidden kendi esprime güldüm keşke bunu adama deseydim yav puff)



Izmir fuarının kuğulu parkı


Sığacık Kalesinin içindeki evlerden bi tanesi



Bu da Izmir'i gezerken gördüğüm fayton, hep faytona binmek istemişimdir ama kısmet değilmiş..



Burası da sığacık kalesinin içerisi. Alttaki iki diğer fotoğrafı da aynı şekilde kale içinde çektim.

Şu fotoğrafı çok seviyorum ya yakında instagramıma falan atarım (Bu arada reklamlar instagram: brotheusx)

"Dallarımı koparma, beni yerimden ayırma"


Burdan geçmişim belli 




Bir de bu fotoğrafı çok seviyorum. Sanırım kafenin ismi olan La'dude Art Türkçe'de sanat depoları anlamına geliyor. Ama emin değilim.


Izmir Kordon'da çektim sanırım ama yine emin değilim. Isimler çok yabancı yav Bornova olsun Buca olsun Kordon olsun ne gerek var böyle şeylere. 


Burası da Fuarın girişindeki yürüme yolu. 


Son olarak yorumumu soracak olursanız izmir çok güzel bir şehir ama sadece tatil ve gezme amaçlı bir güzelliği var. Onun dışında hem ulaşımı kötü hem de pahalı bir şehir. Istanbulda 1 lira vererek minibüsle kilometrelerce yol gidebilecekken izmirde 2 lira veriyorsun. Izmir Kart tarifeleri de aynı şekilde daha pahalı. Ayrıca metro gelis saatleri arasında sanırım 10 dakika kadar bir süre var. Istanbulda ise 4-5 dakikada bir geliyor metrolar

Ama istanbuldan daha geniş ve ferah bir yer olduğunu inkar edemem. Daha yeşillik ve renkli bir şehir, yüksek gökdelenleri ve kalabalik caddeleri pek yok. Hele ki Sığacık harika bi yer. 

Herkese tavsiye ederim gelip gezin tozun, denize falan girin. 

Bir yazının daha sonuna geldik. Blogumu beğendiyseniz sağ alttaki çan şeklinden abone olabilir böylece yeni yazı geldiğinde mobil veya masaüstü bildirimi alabilirsiniz. 

Kendinize cici bakın


Önceki yazımda galaksimizin içinde milyarlarca yıldız olduğundan ve bu yıldızların içinde de milyonlarca dünya benzeri iklim koşullarına sahip olan gezegen bulunduğundan bahsetmiştim. ((Okumayanlar buraya tıklasın)

Bu milyonlarca gezegenlerden bir kaç yüzünde bile eğer hayat varsa neden hala hiçbir yaşam formuna rastlamadık? İşte bunun adı Fermi Paradoksu. Ve tam olarak bir açıklaması yok. Ancak bilim adamlarının bir kaç tane teorisi var.

Bizi ilgilendiren teori: Büyük Filtre

Rus Astronom Nikolai Kardashev'e göre uzayda eğer gelişmiş uygarlıklar var ise bunlar gelişmişliklerine bağlı olarak üçe ayrılıyor olmalıdırlar. 

Tip 1: Kendi gezegenine tam anlamıyla hüküm süren medeniyetler
Tip 2: Bir yıldızın tüm enerjisini kullanabilecekleri düzeyde olan medeniyetler
Tip 3: Galakside başka gezegenlere yayılmış olan süper-güçlü medeniyetler

Henüz doğruluğu ispatlanmamış bu düşünceye göre insanoğlu henüz Tip 1 gezegen bile değil. Hala daha denizler altındaki değerli madenleri çıkartamıyoruz, kutuplara ve çöllere yerleşmiyoruz. Hatta bazı adalarımızda medeniyet görmemiş ilkel kabileler yaşadığı için bu adalara ayak basamıyoruz.



Ama insanoğlu dünyada sadece bir kaç bin yıldır organize çalışan oldukça yeni bir medeniyet. İnsan ırkı daha doğmadan önce ortaya çıkmış olan dünya dışı canlılar varsa eğer, bunlar şimdiye kadar üstte bahsi geçen Tip 1-2-3 gezegenlerden birisi olmuş olmalıydı. İşte, bu kadar gelişmiş olan medeniyetlerden herhangi birinin bile yolladığımız sinyalleri duymaması ya da cevap vermemesi bilim adamlarını Büyük Filtre teorisini ortaya atmaya mecbur bıraktı.

Büyük filtre teorisine göre medeniyetler büyüdükçe önlerine çeşitli engeller çıkıyor. Bu engeller ne bilmiyoruz veya ne zaman olacak bilmiyoruz. Ama bir kaç bilim adamı tarafından çeşitli fikirler öne sürülüyor

 

Bizim engellerimiz neler olabilir?

1- Çeşitli Dünya Savaşları 

İnsanlığın ilk doğuş hikayelerinde her zaman Adem'in oğullarından birinin diğerini öldürdüğünden bahsedilir. İnsanlığın 50 Bin yıldır dünyada olduğu yapılan araştırmalar sonucunda ortaya konulan bilimsel bir kanıt. Yani şöyle bir düşünelim 50 bin yıl önce dünyada çok çok az sayıda insan varken biz birbimizi öldürüyorduk. Dini açıdan bakmadan konuşursak teknolojik aletlerimiz yoktu, tarım yapmıyor ve hayvan evcilleştirmeyi bilmiyorduk. Aradan 50 bin yıl geçti ama değişen şey pek fazla değildi. Edindiğimiz teknoloji yükseldi ama bu bize bilgelik katmadı. Aksine birbirimizi daha iyi öldürmenin yollarını bulmamızı sağladı.

Eğer üçüncü dünya savaşı çıkarsa bi kaç milyon kişinin öleceğini öngörmek çok da zor değil. 

2- Salgın Hastalıklar

Bu çok ihtimal vermediğim bir durum. Biliminsanlarına göre insanlar sürekli en ufak bir hastalıga bile ilaç kullanmaya başladığı için hastalıklara karşı doğal direncini kaybetmeye başladı. Bu da demek oluyor ki gelecekte aniden çıkan bir virüs insanlığa ciddi bir zarar verebilir.

3- Aşırı Nüfus Artışı ve Kaynak Azalışı

Kabul edelim genel olarak hazıra konmayı seven bir canlıyız. Çoğunlukla bugünü düşünür yarını unuturuz. Örneğin bugün elimizdeki ormanları çok görüp keseriz ama yarın bitecekler diye orman ekimlerine gereken önemi vermeyiz. Veya köyden şehre göçler eder üretmek yerine yemeyi seçeriz. Hatta bununla da yetinmeyip köylü diyip insanları ezeriz. Halbuki evimizdeki tüm yiyecekler bir kaç köyden toplanılan ürünlerden ibaret.

Peki ya köylü olmamanın bu kadar moda olduğu bir yüzyıl daha yaşar ve çoğalırsak sofraya koyacak yemeğimiz olur mu?

4- Kirlilik

Toprak, oluşması en uzun zaman alan kaynağımızdır. Halbuki aramızda toprağın oluşan bi kaynak olduğunu bile bilmeyenler vardır. Bize göre toprak hep oradaydı sonuçta.

Ana kayanın fiziksel ve kimyasal çözünmelerden geçmesi ardından kısa bir süre (yüzlerce yıl) geçmesiyle toprak oluşuyor. Ancak toprak oluşumu bu kadar uzun sürerken biz ormana attığımız poşetler çöpler sigara izmaritleri gibi tonlarca çöple topraklarımızı kirletiyor ve üzerinde bitki yetişmeyecek hale getiriyoruz. Kendi ellerimizde toprağı öldürüyoruz yani.

Senin 5 dakikanı bile almayacak çöp toplama faaliyetin yüzlerce yılda oluşmuş olan bi toprağın canlı kalmasında etkili olabilir yani. Çevre bilinci lütfen


5- Meteorlar

Bu ise insanlığın ve olası diğer canlıların ortak filtrelerinden, dinozorlar gibi yok olabiliriz. Üzerimize gelen yeterince büyük bi meteor insanlıgı ve dünya üzerindeki hayvanların yüzde 90'ını yok edebilir. Hatta hiç orman da kalmayabilir. Ama üzülmeyin bir kaç bin yıl sonra tekrar ormanlar ve bitki örtüleri oluşacaktır. Çoğu böcek tekrar ortaya çıkacak ve balıklar hiçbir şey olmamış gibi yasayacaktır. Ve eğer evrim gerçekse yine bi kaç yüz bin yıl sonra akıllı canlı yaşamı dünyayı tekrar saracaktır.

Evrim yoksa merhaba azrail

6- İklim değişimi

Bunu daha açıklamaya gerek yok herhalde. Şuanki iklim değişimi bile su seviyelerini değiştirdi, ileride daha da ısınan dünya ve eriyen buzlar sayesinde çoğu deniz kenti sular altında kalacak. Hatta yanlış hatırlamıyorsam Hollandanın tamamı tehlike altındaydı. Türkiyenin bi yarım ada olduğunu da unutmayalım. Bir sürü denize kıyısı olan şehrimiz var.

Aman ha büyük istanbul depremini beklerken sular altında kalmayalım sonra

7- Bilinmeyen bir sebep

Bu son filtre ise biliminsanlarının ve bilimkurgu severlerin ek olarak sunduğu bir filtre. Bu filtreye göre gezegensel ve toplumsal filtrelerden ayrı olarak uzayda gelişmekte olan diğer gezegenlerin bizi yok edebileceği öne sürülüyor.

Bunu şöyle örneklendirmisler: ağaçlar sincapların evi, ancak biz ağaçları keserken sincapların nerede yaşayacağını umursamıyoruz öyle değil mi?

Bilim insanları uzaydaki çok gelişmiş bir topluluk da kaynak ihtiyacını karşılamak için dünyaya gelirse onların umrunda olmayacağımızı düşünüyorlar. Belki ilk geldiklerinde sincapların ne kadar tatlı ve narin yaratıklar olduklarını düşünebilirler tabi ama bu onları durdurmayacaktır.



Son olarak bu yazıyı yazarken nesnel olmaya çalıştım. Uzaylılara inanıyor muyum? Eh belki biraz ama tip 3 gibi bi topluluğun olduğunu zannetmiyorum. Ya da tip 2. Ama uzayda hayvansal faaliyetleri olan çeşitli organizmalar olduğuna inanıyorum. Ya da bitki gibi kendi halinde takılan canlılar.  

Her neyse bu benim düşüncemdi sizin düşüncelerinizi duymayı da isterim.

Eğer blogumu beğendiyseniz sağ alttaki çan şekline tıklayarak abone olabilir ve yeni yazılar hakkında bildirim alabilirsinizzz

Kendinize cici bakın <3


Dünyadaki yaşamı seviyor musunuz? Peki size bir yerden sonra insanoğlunu bir şeyin öldüreceğini söylesem? Evet, bilim insanları bir olay yüzünden türümüzün tamamen yok olacağını düşünüyorlar. Nasıl olacak bilinmiyor. Ne zaman olacak bilinmiyor. Neden olacak bilinmiyor. En kötü ve korkutucu kısmı ise kesinlikle olacak mı yoksa olmayacak mı o da bilinmiyor.

Bugünkü yazımda iki bölümlük bir teoriyi anlatmak istiyorum.



Merhaba arkadaşlar, yaz gelmesiyle beraber blogu pek güncelleyemedim. Öncelikle hepinizden çok çok özür dilemiyorum çünkü kimse "Öldün mü kaldın mı neredesin?" diye sormadı bile. Bu muydu aga'ya vefa yani yazıklar olsun. Aklıma yazacak konu gelmediği için Agasal yazıp şu sıralar hayat akışımı anlatayım dedim.

En son Agasal'ımı LYS öncesinde yazmıştım (44 gün olmuş peheyt) o yüzden ilk olarak sınavdan bahsedeyim. LYS'ye girmeden önce epey bir rahattım, sınava da kendimi yeterince geliştirdiğime inanarak girdim. Kaldı ki bu dönemin başında 80 Soruda 48 Doğru yapan biri olan Aganız dönem bitimde 80 soruda 77 Doğru yapmaya başlamıştı. Ama sınavda ne oldu ne bittiyse çok aşırı heyecanlandım. Daha sonuçlar açıklanmadı diye moralimi bozmuyorum ama inşallah bu heyecandan dolayı çok salakça yanlışlar yapmamışımdır. (2 gün sonra açıklanacak hadi bakalım)

Sınav sonrası sorulara baktığımda sanırım 68 net gibi bir sonuç çıkıyor ve bu Ege Üniversitesine yeterli. (440 puan gibi)

 Ama Ege Üniversitesine gitmeli miyim ondan da pek emin değilim, çünkü kalacağım yazlık kampüsten 2 saatlik bi uzaklıkta. Öğrendiğim bilgilere göre Ege'de dersler her sabah 8 de başlıyormuş. Yani her sabah saat 5 gibi uyanıp 6'da yola koyulmam gerekecek. Bu da dört sene boyunca çekilecek çile mi diye düşünmüyor değilim. Öte yandan İstanbul'da kalsam güzel bi üniversiteye gitmek için yine 2 saate yakın bi yol almak zorunda kalıcam, yani pek bir şey değişmiyor gibi.

Kafa kurcalayan binbir şeyden bir tanesi bu mesela. Eğer devlet yurdunda kalırsam 200 lira kadar vermem gerekecek her ay. Çok yüksek değil ama ailemden para alamayacağımı düşünüyorum o yüzden yüksek :d

KYK bursuna başvururum, (450 Tl gibi geri ödemeli bursları var) belki ek olarak başka yerden de burs bulurum ama emin değilim sanki gereksiz yere kendimi zorlayacakmış gibi hissediyorum. Sonuçta aynı bursları evdeyken de alabilirim. Her neyse yavv

Üniversite kısmını geçersek başka ne gibi şeyler oluyor hayatımda biliyor musunuz? Hiçbir şey. Temmuza geldik ama ben daha denize bile girmedim. Orada her gün penceremden gördüğüm bi deniz var ama dokunamıyorum, giremiyorum.. Nasıl koyuyor anlayabiliyor musunuz?

Bu hafta içerisinde acilen bi yirmağa falan düşmem lazım, artık atar damarlarımdan fokur fokur ses gelmeye başladı.

Bu yazıyı yazmamın tek sebebi uzun zamandır yazı yazmıyor olmam. O yüzden ufak bi güncelleme yapıp kapatıyorum. Son olarak söylemem gerekiyor; benim için bu ay, aylardan "Dün yediğim hurmalar yarın götünü tırmalar" ayı. İki üç ay önce ettiğim haltlar şuan bi yerlerden çıkıp hello motherfucker demeye başladı. Sonumuz hayrolsun arkadaşlar sonra görüşürüz.

Issız bir adaya düşseydiniz yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu? Neredeyse hepimiz hayatımızın belli bir kısmında bu soruya maruz kalmışızdır. Hatta pek çoğumuz bu soruyu eğlencesine başkalarına sormuşuzdur. Evet ıssız bir adaya düştüğünüzde yanınıza alacağınız herhangi üç şeyin adadaki hayatınızı çok daha kolaylaştıracağı tartışılmaz bir durum. Peki ya yanınıza üç şey alma fırsatınız olmazsa? 3 şey olmadan vahşi doğada ya da ıssız bir adada hayatta kalabilir misiniz?

Birkaç yabancı kaynaktan öğrenip derlediğim bu yazıda nasıl sörvayvır olabileceğinizi anlatmaya çalışacağım. Hazırsanız başlayalım.

İlk adım: Hipotermi'den Kaçınmak

Nature-Mentor isimli siteye göre doğada yaşanan ölümlerin çoğusu açlıktan veya susuzluktan değil de hipotermiden kaynaklanıyormuş. Peki ne bu hipotermi? Hipotermi vücut sıcaklığının aşırı düşmesi sonucu havale geçirmek veya ateşinizin çıkmasına deniliyor. 37 derecelik normal sicaklığın 35 derece ve altına düşmesiyle başlayan hipotermi çoğu zaman rüzgara yağmura veya kara maruz kalmaktan ötürü ortaya çıkıyor. Yani ilk yapmanız gereken şey kendinize bir barınak yapmak. 

Barınak yaparken dikkat etmeniz gereken şeylerden en önemlisi nasıl olsa yarın medeniyeti bulurum mantığıyla baştan savurup yıkılabilecek bir yer yapmamanız gerektiğidir. Gece yatarken üzerinize düşmesini istemezsiniz herhalde. Öleceğinizden değil de gece gece karanlıkta bir daha uğraşmak zorunda kalırsınız.


Barınak yapmak için ihtiyacınız olan şeyler çok basit. Aynı boyda düzgün iki-üç parmak kalınlığında çubuklar, lifli otları bağlayarak oluşturabileceğiniz ilkel ip, ve yaprakları olan dallar.. İlk olarak kendinize böcekli ve pis olmayan bir ağaç bulmak. Mümkünse bu alanı iyice temizledikten sonra düzgün çubukları ağacın etrafına çadır gibi dizin. Daha sonra yapraklı dallarla üzerini kapatıp en son olarak da sulak bir yerdeyseniz çamurla yaprakları yapıştırabilirsiniz. Çamur kuruduktan sonra içerisi geceleri güzelce yalıtılmış olacaktır. 

Eğer bu türden bir barınağın size çok uğraş vereceğini düşünüyorsanız daha basitini şu şekilde yapabilirsiniz. 

Ancak benim anlam veremediğim bir konu şu ki, eğer kesilmiş bir ağaç bulduysanız muhtemelen 500 metre civarında bir yol vardır. Yani bu durum vahşi doğada hayatta kalmaktan ziyade daha çok kamp kurmaya benzer. Ama kim bilir belki ailenizle pikniğe gidince canınız sıkılır yapmak istersiniz diye paylaşayım istedim, şahsen ben yapmak isterdim basit duruyor. :dd

Ek bilgi: Eğer burası çok dar diyorsanız toprağı kazabilirsiniz ama ne gereği var bilader solucan molucan çıkar

Barınağınızı erkenden yaptınız böylece gece soğuktan ölmeyeceğinizi ve dımdızlak ortada kalmayacağınızı garantilediniz. Şimdi sıra ateş yakmakta.

Doğada ateş nasıl yakılır? Bu sorunun cevabı çok değişik şekillerde olabilir. Art of manliness yani erkeklik sanatı isimli site sayesinde çikolata ve kola tenekesi kullanılarak bile ateş yakılabileceğini öğrendim. İşte size bir kaç taktik.

En geleneksel olanı bir çıtayı başka bir oduna sürterek tutuşturma yöntemidir. Baya zor bir yöntem olmasına rağmen gerçekten işe yarar. Eğer güneş yoksa sanıyorum ki ateş yakmak için bundan başka çareniz yok. Ama eğer güneş varsa çok daha kolayca ateş yakabilirsiniz. 

Eğer yanınızda metal kola kutusu ve çikolata varsa çikolatayı tenekenin altına sürtmeyi deneyin. Böylelikle tenekenin hafif iç-bükeyliğini de kullanarak aynamsı bir yüzey elde edeceksiniz. Daha sonra yapmanız gereken bir ayna veya camla güneşi tenekeye, tenekeyi de çalı çırpıya doğrultmak. Ateş bi kaç dakika sonra yanacaktır. Ancak ortamın çok rüzgarlı olmaması ve ısıttığınız yüzeyin soğumaması gerekiyor tabi ki.

Eğer güneş tam tepede ise büyüteç kullanılarak ateş yakabilirsiniz. Doğada mahsur kalmışız büyüteci nerden bulalım dediğinizi duyar gibiyim ama büyütecinizin olmasına gerek yok. Kendiniz de yapabilirsiniz. Cam şişe, pet şişe, saydam poşet, ayıptır söylemesi kondom ve benzeri şeylerden birini az miktarda da olsa suyla doldursanız büyüteç işlevi görecektir. Tek ihtiyacınız kolay yanan çıra benzeri odunlar ve sabır.

İhtiyacınız olur diye ek bir bilgi vermek istiyorum. Eğer batarya/pil ile çelik yünü sürterseniz alevlenecektir. Veya çelik yünü sirke dolu bir kavanoza koyarsanız kavanoz ısınacaktır. Tabi doğada kaybolan insanda çelik yün ne arar bilemiyorum ama genel kültür olsun kamp kurmak isterseniz yanınızda götürürsünüz belki.

Soğuktan korunma işlevinizi hallettiniz. Barınak ve ateşiniz var. Sıradaki hayati ihtiyacınız su bulmak. Su bulmak en az ateş yakmak kadar zor olacaktır. Çadır bölgenizin yakınlarından ayrılıp epeyce etrafı taramanız gerekecek ve çok düşük bir ihtimal de olsa akarsu bulacaksınız.. Ancak bu akarsudan çok fazla su içerseniz muhtemelen karın ağrısı ateş yükselmesi gibi bir çok yan etkisi olacaktır. Nedenini tam olarak anlamadım ama bakteriler veya virüslerden kaynaklıdır. Hem sonuçta orman burası kurbağa falan yüzüyordur o suda. 

İçmeyin anam

Su aramaya çalışmaktan ziyade toprağa yağmur suyunu depolayacak bir çukur açmanız sizin için daha faydalı olacaktır. Yağmur yağsa da yağmasa da suya ihtiyacınız olacak ve su kaynağı arayacaksınız. Bu kaçınılmaz. Ama bir ihtimal siz su kaynağı arıyorken yağmur yağarsa en azından çukurunuz dolar. Tabi bu çukuru sadece kazar ve başka bir şey yapmazsanız çamur içersiniz -ki tavsiye etmem ama saygı duyarım- yapmanız gereken çukuru tamamladıktan sonra içini yapraklarla ve taşlarla topraktan olabildiğince ayırmak. Böylelikle su dolduğunda on dakikalık dinlenmeye bırakmanız suyun temizlenmesini sağlayacaktır. İster elinizdeki şişeyi doldurun ister avucunuzla için, artık suyunuz var. 
water collector survival ile ilgili görsel sonucu

Peki yağmur yağmazsa ne yapmalı? Bir çukur kazın, içine bitkiler ekleyin ve bir de kavanoz veya su kovası koyun ardından şekildeki gibi poşet veya herhangi bir jelatin maddeyi çukura yerleştirin. Yoğunlaşan suyu bardağınıza doldurmanın çok kolay ve etkileyici bir yolu.

Ya da eğer dağlık bir yerdeyseniz size tavsiyem zirveye doğru çıkmanız böylece karların erimeye başladığı ve suyun cılız da olsa aktığı noktalar aramanız yönünde. Eğer öyle bir ihtimal de yoksa vejetaryen beslenerek ilk bir kaç gün idare etmeniz ve -maalesef- idrarınızı cam bir kavanozda ağzı açık bir şekilde biriktirmeniz gerekiyor.

Tıp okuyan bir arkadaşımın da zamanında zamanında dediği bir şey var. İdrar insana zararlı değil ve zor durumda kalınırsa içilebilir bir sıvı. Hatta bazı bilim insanlarına göre şifalı bile olabilirmiş. İdrar içmenin tavsiye edilen şekli 3 gün şeker tuz et yağ gibi hayvansal ürünlerin yenilmediği ve sadece vejetaryen beslenmenin yapıldığı bir süre sonrası şeklindeymiş. Böyle bir beslenme sonucunda idrar su gibi berrak ve temiz olurmuş. Önemli bir nokta da idrarın başı ve son damlaları değil de ortası içilmeliymiş.

Konuyu izninizle değiştiriyorum. Meyve ağaçları da su kaynağı olarak kullanılabilir tabi ki. En olmadı çok çok susuz kalırsanız avlanıp avınızın -ölmeyeceğiniz kadar çok da değil abartmayın- kanını içmek gibi bir sapkınlıkta bulunabilirsiniz. Her neyse suyunuzu zor da olsa karşıladınız.

Tebrikler artık bir iki hafta boyunca hayatta kalabilecek kadar şeye sahipsiniz. İnsanlar yemek yemeden birkaç hafta dayanabilir. Isı, barınak ve sudan sonra tek ihtiyacınız yiyecek bulmak olacaktır. Bunun için size bir kaç tuzak kurmanızı öneririm. tabii size tutup geyik avlayın demiyorum açlık oyunlarında değiliz ama şansınız varsa sincap, tavşan, kuş gibi yenilebilir ve az iğrenç olan hayvanlar yakalayabilir böylelikle protein kazanabilirsiniz.

Tabi avlanabilmeniz oldukça düşük bir ihtimal. Ama tuzak kurmakta fayda var. Bunlar faydalı olabilecek tuzaklardan birkaçı. 


traps for animals survival ile ilgili görsel sonucu


Bunlarla uğraşmak yerine ipiniz varsa ok yapmanızı tavsiye ederim, en azından kuş avlarsınız belki.

Bunlar dışında yemek ihtiyacınızı yenilebilir otlardan karşılamanızı ve meyve ağaçları aramanızı tavsiye ederim. Eğer büyük zararsız bir hayvan görürseniz onu takip edebilir ve yediği otları içtiği su kaynağını vs öğrenebilirsiniz. Ayriyeten telefonunuz varsa internetten bulunduğunuz şehirde yenilebilen otları öğrenebilirsiniz.

Pekala her şeyiniz var kuru ve sıcaksınız. Belli bi müddet yetecek kadar suyunuz var, karnınız çok aç da olsa bir iki gün dayanabilecek kadar toksunuz. Bulunmak istiyorsunuz. Yapmanız gereken ateş yakmak ve ateşe yeşil odun atmanız. Yeşil odun -diğer bir deyişle yaş odun- çok duman çıkartır. Duman ise insanları yangın alarmına sokar ve bulunmanız kolaylaşır.

Bazı sorular ve cevapları (hoşuma gitti diye direk çeviriyorum)

Eğer yiyecek hiçbir şey bulamazsam ne yemeliyim?
Böcekler protein açısından zengindir (dinen caiz) Yenildiklerinde bünyeye çoğu zaman zarar vermezler.

Eğer ağaçlardan ve ormandan uzaksam nasıl sığınak yapabilirim?
Delik kaz ve içine gir, eğer gücün delik kazmaya yetmiyorsa sığabileceğin kadar derinlikte bir çukura girip üzerini toprakla kapayabilirsin. Bu seni soğuktan koruyacaktır.

Can sıkıntısında nasıl eğlenebilirim?
Küçük hayvanları sessizce takip etmeyi dene. Bu avlanırken sessiz olmanı da geliştirecektir. Eğer istersen kendi kendine konuşabilirsin de.

Sineklerden nasıl korunabilirim?
Yüzüne ve vücuduna çamur sürebilirsin.


Kaynaklar: 

Evet agalar böyle de bir yazının sonuna geldik. Ben araştırırken eğlendim umarım siz de okurken eğlenmişsinizdir. Önümüzdeki yazılarda görüşmek üzere. Eğer blogu beğendiyseniz sağ alttan bildirim alabilirsiniz. Yeni yazılar oldukça size haber vermeye çalışırım böylece.

Ha bir de yorum bırakmayı unutmayın.. Görüşmek üzere <3

Merhaba Agalarım. Televizyon ve reklamların kullanımındaki artışla insanlar bilinçaltının ne kadar kolay kandırılabildiğini keşfettiler. Beynin bilinçli olmadan bir şeyi yaptırılmasına algı yönetimi diyoruz. Peki algı yönetimi sadece televizyon ve reklamlar aracılığıyla mı yapılır? Tabi ki hayır. Hipnoz da bir çeşit algı yönetimidir.

Peki ya size evde kendi kendinize algı yönetme antrenmanları yapabileceğinizi söylersem ne derdiniz? Evet bu yazımda size hepinizin yapabileceği basit algı yönetim teknikleri vericem. Hazırsanız kemerlerinizi bağlayın çünkü uçağımız kalkıyor.


Bu yazı Melike Nur isimli arkadaş tarafından yazılmış bir misafir yazıdır.

Selam agalar, adım Melike Nur. Bugün bu yazıda sizlere fıstığı bol leblebisi az ortaya karışık öneriler falan yazmayı planlıyorum. Eğer canınız sıkılıyorsa okuyun derim yapacak bir şeyler bulursunuz en azından. Belki bu yazı sayesinde tanışır kaynaşırız. Can sıkıntısına iyi gelen şeyler konulu bu yazıyı beğenirseniz alt tarafta yorum bırakmayı unutmayın. İyi okumalar..