Agalara Geldik

Takip Edin

Fikrimce #3: Öz Eleştiride Dozu Kaçırmak ve Sosyal Medya Etkisi



By  İkram     10:00:00    Etiketler:,,,,, 




Bazı günler kendimi o kadar sevmiyorum ki anlatamam. Kendimi suçlayacak herhangi bir şey çıkartıyorum durduk yere, bazen olur olmadık şeylerden kendime pay çıkartıp suçlu buluyorum. Biraz yalnız kalsam Hitler benim yüzümden yahudileri öldürmüş oluyor, biraz modum düşse Avusturya-Macaristan veliahdını benim yüzümden vuruyorlar.

Aslında hayatımdaki olumsuz düşüncelere çok fazla kafayı da takmıyor gibiyim. Evime kanalizasyon suyu basıyorken içten içe "salmışım evini" diyordum. Sonra kiracı olduğum aynı eve haciz geldi. "Salmışıımm" dedim kendi kendime, "nasıl olsa şubat ayında eğitimim için yurt dışına çıkmayı planlıyorum" dedim. Şuan o evde yaşıyorum ve iki gün önce buzdolabım bozuldu. Yenisini alsam, birkaç ay sonra evden çıkacağımı düşünerek üzülüyorum, almasam aç kalacağımı düşünerek. Problem benim çözmem gereken bir problem değilse çok da iplemiyorum galiba. Ama buzdolabının bozulması gibi benim çözmem gereken problemler aşırı derecede yoruyor beni. (Günün türkü alıntısı: Kar yağar kar üstüne, derdim var dert üstüne)


Bu şekilde bi düşünce kalıbı sanırım altı senedir kafamda yer ediniyor. Sırf bu düşünce sayesinde, hiçbir dış-minnak kaynaklı oluşan olumsuzluk, bende hak ettiği üzüntü seviyesini oluşturmuyor. Gel gelelim denkleme iç etkenlerden kaynaklı en ufak bir problemin girdiği senaryoya. Bir saniye bile vakit kaybetmeden basıyorum ver yansını. Çöpü bir gün geç attığım için mutfak mı sineklenmiş? "Salağım çünkü Allah belamı versin benim" diyor kafamdaki ses. Bu yaşa kadar iyi yaşadığıma, nasıl hayatta kaldığıma şaşırıp üzülüyorum. 

Öz eleştiride dozu kaçırma problemi diyebiliriz belki buna, belki de kendine saygıda başarısızlığın bir etkisidir. Eleştiri yapmayı işin ehlinden öğrendim. Buradan aileme selam olsun

İstesek de istemesek de doğdumuz aileden bir şeyler alıyoruz. Güzellik anlayışımız, fikir ve düşünce yapımız, hatta düşünme esnasında izlediğimiz yollar, kaygılarımız ve daha nice şey ailemizden miras kalıyor bizlere. Bunlardan en güçlü olanları kaygı sanırım. Ailenizin kaygıları sizin de kaygılarınızdır. Çoğumuzun ailesi aşırı bolluk bereket içerisinden gelmemiştir diye tahmin ediyorum. Bu yüzden bizim toplumumuzda hep şey vardır mesela, büyüsün mühendis olsun, doktor olsun hayatı kurtulsun düşüncesi. Bunu yaparak çoğu aile farkında bile olmadan kendi kaygılarını çocuklarına aşılıyor. Gelecek kaygısının temellerini belki de bu düşünce atıyor. Çocuklar istedikleri mesleği belki eninde sonunda okuyorlar ama hep içeride bir güvensizlik kalıyor. Kendimden biliyorum. Basit matematikten ve rasyonel sayılardan anlarım, problem çözmem de iyidir ama üslü sayılarmış, fonksiyonlarmış, türevmiş, integralmiş hiiiiç anlamam. Buna rağmen ailem büyük bir dönem doktor-mühendis-mimar gibi sayısal bölümler olan mesleklerden birisinde okumamı istiyordu. Şuan çevirmenlik okuyor olmama rağmen içimde hep bir ses kötü bir geleceğin beni beklediğini söylüyor. Zamanın önümüze çıkartacağı şeyleri asla bilemiyoruz. Bu yüzden gelecek korkusu çekmenin de hiçbir manası yok.

Bütün bunlardan ailemizi suçlayamayız tabi. Onlara da bu durum kendi ailelerinden geçen bir kaygı bozukluğu olma ihtimali çok yüksek çünkü. Herkes bir şekilde bir kaygı zinciri içerisinde. Kendimden örnek vereyim bu duruma. Yıllar önce dedem zonguldak madencisiymiş, kıt kanaat geçinirlermiş. Babama memur olması konusunda baskı kurmuş, babam da olmuş. Kendi isteği dahilinde mi değil mi tam olarak bilemiyorum. Ama dedemin gelecek kaygısı babama geçmiş olacak ki kendisi de sonraki jenerasyona böyle bir endişesini yansıtmaya çalışmış. Belki ben de unutarak ya da istemeden kendi çocuğuma aynı kaygıyı yansıtacağım.

Görmüş olduğunuz üzere kaygılarımız aslında bizim bile değil. Bunu düşününce korktuğunuz çoğu şey daha az korkunç oluyor sanki. Benim şuanda yaşadığım kaygıların bir çoğu hiç tanımadığım büyük büyük dedemden/ninemden geliyor olma ihtimali var. Sizin için de geçerli bu. Komik değil mi...

Eleştiriden devam edelim bakalım. Öz eleştirinin yapıcı ve yıkıcı versiyonları tam olarak realist mi bilemiyorum. Kendime yapıcı öz eleştiride bulunuyor muyum diye biraz düşündüm. Aslında evet yapıyorum sanırım, "çok sigara içiyorum azaltmalıyım, sağlıksız besleniyorum ve spor yapmıyorum" gibi şeyler demek bile bir yapıcı eleştiri sayılabilir.

Eleştiri konusu, üstüne çok kafa patlatılabilecek bir konu esasen. Sosyal medya çağında yaşıyoruz, insanlar her konuda bir fikre sahip olduklarını zannediyor ve her şeyi gerek yapıcı, gerek yıkıcı bir şekilde eleştirme çabası içerisine girebiliyor. İnsanız, biz de yeri geliyor tahammül edemeyip Twitter'da gördüğümüz bir olaya sinirlenebiliyoruz. Hatta yeri geliyor, çok da seviyemiz olmayan insanlarla muhattap olup onlara birtakım şeyler öğretmeye çalışıyoruz. Bazen ben bu kişiye bir şey öğretemem diyip konuşmayı kestiğimiz oluyor. Bazen de karşımızdaki bu seviyesiz insanın kendinden utanıp hatasını görmesi ve hesabını silmesi için ya da en kötü ihtimalle bir saat için bile olsa tadını kaçırmak amacıyla hakaretle karışık sert cümleler kurabiliyoruz. İnsanların bu kadar eleştiri kültürü geliştirmiş olmasında sosyal medyanın etkisi olduğuna inanıyorum çünkü. 

Sosyal medya yokken insanlar ne karşıdaki insanları, ne de kendilerini bu denli eleştirmiyordu bence. Bundan bir iki yüzyıl önce şey oluyor muydu mesela "Ahmet usta ya bugünkü kılıçlar olmamış hiç" deniliyor muydu? Sanmam. Aynı şekilde Ahmet ustamız kendisine de "Ulan bu kılıcın daha keskinini topal Orhan bile yapar, nasıl bir insanım ben. Bir işi bile beceremeyecek miyim bu hayatta" diyor muydu. Bence hayır.

Neredeyse hepimiz sosyal medya kullanıcısıyız. Aktif olarak instagrama fotoğraf atmasak da, twitter'da binlerce takipçimiz olmasa da, kitlelere hitap etmesek bile, hepimiz bu camiadan etkileniyoruz. Bu konuya naçizane bir çözüm üretemem. Ancak sigara veya alkol gibi kötü alışkanlıkları olan insanların yaptığını yapıp bu durumu kabullenip zararlarının farkında olarak kullanmaya devam edebiliriz. Durmamız gerektiği noktaları anlayıp gerçek hayattan bağımızı koparmamalıyız. Bana kalırsa bu durumun en pasifist çözümü bu olabilir. Fevri davranıp sosyal medyalarınızı kapatmayın, ya sıkılırsınız ya da yanlış/eksik bilgilendirilebirsiniz. Benden uyarması.

Bu haftaki yazının da sonuna geliyorum böylelikle. Kendinize iyi bakın. Eleştirilerinizi yapıcı olarak kurmaya özen gösterin. Haftaya pazar görüşmek üzere..

Kim bu İkram

Adım İkram, önceden buraya yaşımı yazıyordum ancak her sene değiştiği için şu anda 1999 doğumluyum demeyi tercih ediyorum. Marmara Üniversitesi'nde Almanca Tercümanlık bölümü öğrencisiyim. 2016'dan beri ara ara buraya bir şeyler karalıyorum ve senede bir bile olsa cebime para geçmesini sağlıyorum. Bana destek olmak isterseniz blogumu favorilerinize ekleyin de arada sırada açıp bakın, hangi konularda nasıl boş yapmışım.. Unutmadan bir de yorumlarınızı okumayı çok seviyorum. Her "yeni yorum bildirimi" geldiğinde kalbim pırpır atıyor haberiniz olsun :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır