Herkesin bildiği ve hayatının bir noktasında görmüş olduğu garip bir tamirci
dükkanı vardır. Bu dükkan oradadır, buradadır ve aynı zamanda şuradadır. Bazen
alt sokakta, bazen işinizin yanında, bazen de gittiğiniz o tenha sokağın
sonunda bulunur. Hafızanızı yoklayın biraz, eminim ki hatırlayacaksınız. Gri,
eskimiş ve dökülmüş duvarları ile ilk bakışta çok dikkat çekmeyen mütevazi bir
yapı olarak gizler kendisini. Beyaz demir parmaklıkları ile kendisini
hırsızlığa karşı korumaya çalıştığı izlenimi verirken aynı zamanda içeride
çalınacak bir şeyi olmadığını da kendi kelimeleri ile anlatır. Kapısı her
zaman açık olmasına rağmen içerisi hep boştur. Çoğu zaman tamirciyi bile
göremezsiniz ama içeride bir yerlerde olduğunu her nasılsa anlarsınız; o hiç
görmediğiniz tamirciyi bir şekilde tüm fiziki özellikleri ile gözünüzün önünde
canlandırabilirsiniz ve bu duyguyu üzerinde düşünmeye değer bile bulmazsınız.
İşte böyle bir yerdir "Kırık Tamir" dükkanı.
Bu dükkanın hikayesi ise oldukça geçmişe dayanmaktadır. Bundan yüzyıllar
öncesinde, zamana ve şartlarına ayak uydurmakta ustalaşmış olan tamirci
dükkanı, insanlarla dolup taşardı. Kimin bir eşyası kırılsa hemen koşarak
tamirciden yardım ister, tamirci de onlara olabildiğince yardım etmeye
çalışırdı. Bazı zamanlar tamir süresi bir çay içmelik vakit alırken bazı
zamanlar yemek yeme süresi kadar uzayabilirdi. Fakat eşya ne kadar hasarlı
olursa olsun, tamirci bir yolunu bulur, o eşyayı bir saat kadar kısa bir
sürede onarırdı.
Böylelikle tamirci insanların sevgisini ve güvenini kazanmıştı. İnsanlar;
eşyalarının kırılıp kırılmayacağını düşünmek, bu konuda endişe duymak zorunda
kalmıyordu çünkü kırılsa bile onların işini çok iyi yapan bir tamircileri
vardı. Gel zaman git zaman tamirci yorulmaya başlamıştı. Elinden
geldiğinin en iyisini yapmaya çalışsa da eşyaları eskimiş, makası körelmişti.
Onu yüzyıllar boyunca hayatta tutan gizemli enerji nereden geliyordu bugün
bile bilmiyoruz ancak aynı enerji tamircinin eşyalarına bu özeni
göstermiyordu.
Gel zaman git zaman ilk fireyi tamircinin makası verdi. Zaten körelmiş olan bu
makas, bir müşterinin getirdiği iplikle bağlanmış eşyasını keserken ortadan
ikiye kırılıverdi. Tamirci makasın yarım bıraktığı işi, sivri bir metal
yardımı ile tamamladı ve müşteriyi memnun etmek için her zaman olduğu gibi tüm
çabasını ortaya koydu. Ardından kenara koymuş olduğu kırık makasa doğru
yöneldi. Tam o sırada başka bir müşteri geldi ve tamirci kendi işini halletmek
yerine müşterisi ile ilgilenmeye odaklandı. Sonuçta makas kaçmıyordu. Ayrıca
altı üstü bir vida değişimi ve biraz da bileyleme ile hallolacak küçük çaplı
bir işti. Oysa müşterinin işi öyle miydi? Nereden baksan bir yemek yeme zamanı
alacak bir işti ve eğer bu işi hakkıyla yapmazsa, bu durum diğer müşterilerin
kulağına gidebilirdi. Bıraktı kırılmış makası ve başladı her zamanki işleri
ile uğraşmaya. Hem altı üstü bir makastı, onun yaptığı işi keskinleşmiş
herhangi bir metal de yapabilirdi.
Bütün bunları zihninde tartan tamirci o makasa bir daha elini sürmedi. Her ne
kadar bıçaklar ve keskin metaller makas kadar titiz işçilik çıkartmıyor olsa
da tamirci elinden geleni yapıyor ve aldığı işi en kısa sürede bitiriyordu.
Durum bu şekilde devam etti ve tamirci dükkanında ikinci bir kırık meydana
geldi. Bu sefer kırılan şey çekicin ucundaki demirdi. Paslanmış ve
hassaslaşmış demir zaten epeyce bir vakittir düşmeyi bekliyor gibiyken o gün
bir anda kırılıvermişti. Tamirci onu da bir kenara koyup aldığı bir taş ile
geçici süreliğine çivileri çakmaya devam ediyordu. "Akşama yaparım, hele şu
müşterileri bir memnun edeyim... hem altı üstü bir çekiç zaten. Otursam bir
yandan çay içer diğer yandan tamir ederim bunu. Peh çocuk oyuncağı..." diye
içinden geçirip işine devam etti.
Fakat müşteriler gitmek bilmiyordu. O gün
ardı arkası kesilmeyen müşterilerden dolayı kendi işine vakit ayıramayan
tamirci, çekici sabah erken kalkarak tamir etme kararı aldı. Öyle de yaptı
gerçekten. Sabah daha güneş doğmadan uyanıp geçti masasının başına ve uğraştı
durdu çekiçle. Bir yandan metali eritmeye ve kaynaştırmaya çalışıp diğer
yandan tahta sapını sivri bir demir ile yontmaya başladı ama bu işlem her
zamankinden uzun sürüyordu. Çünkü tamirci ilk defa sakin kafayla kendisine
zaman ayırıyor, eşyalarına bakım yapıyordu. Çekici eritip kaynaştırmak için
kullandığı ocaktaki dökülmeyi, metale şekil verirken kullandığı tokmağın
çıkardığı tuhaf sesi, eşyalarının eskisi kadar verimli iş çıkartmadığını ancak
o zaman fark edebilmişti.
Eline bir testere aldı ve tüm eşyalarının tahtasını değiştirmek için odunları
kesmeye karar kıldı. Sonradan fark etti ki testere körelmişti. Bu testere ile
değil odunu, elini bile kesemezdi. Sonra iyisi mi yeni bir testere
yapayım kendime diye düşündü. Ama bu sefer de demiri döveceği tokmağın eskimiş
eşyalardan bir tanesi olduğunu hatırlayıp kafasında nasıl bir yol izleyeceğini
çizmeye çalıştı. Düşündü taşındı ve sırasıyla en az kırılma ihtimali olan
aletlerini kullanarak hasarlı aletlerini tamir etmeyi başardı. Ya da en
azından bir nebze de olsa bu eşyaların ömürlerini uzattı. "Bunlar beni bir
süre idare eder" dedi kendi kendine. Ardından ilk müşterisi ile ilgilenmek
için dükkanının kapısını açtı.
Daha işin başına yeni oturmuştu ki elini attığı tamir edevatı ya kırıldı ya da
işini tam yapamamaya başladı. Neye uğradığına saşıran tamirci, oradan oraya
alternatif çözümler aramak adına koşturup dursa da nafile. Kaçarı yoktu artık,
çünkü her şeyi gitmişti. İçeride kırık veya hasarlı olmayan hiçbir tamir
eşyası kalmamıştı. Gelen işleri tüm gün boyunca halletmeye çalıştı, kimini
tamir etmeyi başardığını sandı. Kimini de tamir edeyim derken daha da bozdu.
İnsanlar, böylelikle tamircinin eski verimini kaybettiğini düşünmeye başlayıp
dükkana uğramayı bıraktılar. Tamirci ise bir yolunu bulup farklı yerlere
taşındı...
Fakat her defasında kırılan eşyalarını onardığını sanmasına rağmen
onaramıyordu. Bu durum yüzlerce yıl devam etti. Tamirci her sabah ilk iş
eşyalarını onarmaya çalışıyor, ardından yeni taşındığı bu yerde taze bir
başlangıç yapacağı ümidi ile kapılarını müşterilerine açıyordu. Ancak gelin
görün ki ne yaparsa yapsın artık sonsuz bir döngüye girmişti ve her ne kadar
kendisi bunun farkında olmasa da bir yere asla yerleşemeyecekti. Artık
dükkanını açsa bile müşteriler gelmiyordu. O da hiç gitmediği mahallelere,
girmediği sokaklara taşıdı dükkanını. Nafile... Kırık tamir dükkanı bu şekilde
sonsuzluğa hapsolmuştu...
Çünkü yüzyıllarca yaşamanın ona öğretmediği yalnızca bir tamir işi vardı, o da
kendini tamir etmekti.
Tamirci insanların istekleri ve onların mutluluğu ile yaşıyor, bununla enerji
alıyordu. Hayattaki tek amacı diğerlerinin ondan beklediği şeyleri yapmak,
onların istediği insan olabilmekti. Ancak insanlar böyledir işte. Onlara bir
iyilik yapmayıverin, artık o iyiliği sizden her zaman beklerler. Onlara bir
işte iyi olduğunuzu göstermeyiverin, hemen kapınızda sıra olup sizden işlerini
görmenizi beklerler. İşte tamircinin yapmış olduğu en büyük hata belki de
buydu. O diğer insanlar için nefes alıp veriyor, sadece onların memnuniyeti
ile yaşıyordu.
Yani anlayacağınız tamirci insanların doyumsuz iştahını tatmin etmeye o kadar
zaman ayırmıştı ki asla kendi ihtiyaçlarını düşünmemişti. Kendisi için yaptığı
tamir işlerine o kadar özenmiyordu ki, hemen ertesi gün ya tüm eşyaları
kırılıyor ya da hepsi yüz kızartan verimler sergiliyordu. Ayrıca tamirci
kırılan eşyalar ile diğer kırılan eşyaları onarmaya çalışıp duruyordu. Oysa
kırık edevatlar kullanarak sağlam ürünler asla ortaya çıkaramazdınız.
Sorunu o kadar kendinde görmüyordu ki her defasında yeni insanlar arayıp
onlarla tertemiz bir sayfa açmaya çalışıyordu. Zamanla artık o da kırık bir
insan olup gitti. Bu yüzdendir ki hala o boş tamirci dükkanını yolda yürürken
görmekteyiz. Bir gün dünyada görmediği yer, taşınmadığı sokak, tanışmadığı
insan kalmayınca hatasını anlayacağına inanıyorum. Kim bilir belki de o zaman
öğrendiği yeni tamir etme yolu ile içimizdeki kırıkları da tamir etmeye
başlayabilir. Belki de onun bu kısır döngüsü, hepimizi onarabilecek bir
tamircinin çıraklık evresidir.
Aslında tamircinin çıktığı yolculuk kendine bir ayna arayışıydı. Aynayı bulduğu zaman kendini görebilecek ve ne yaptığını, sonrasında ne yapması gerektiğini anlayacaktı. Hepimiz öyle değil miyiz hayatta? Hepimiz kendimize bir ayna aramıyor muyuz? Kullandığınız espirili dil ile harmanlanmış bu yazınız oldukça güzel olmuş. Emeğinize sağlık.
YanıtlaSilÖnemli olan şey kendini bilmek ve kendine öncelik vermektir her zaman. Çok teşekkür ederim yorumunuz içinn
SilÖnemli olan kendini bilmektir ve kendine değer vermektir, evet. Ancak çoğu kişi aynalama yöntemi olmadan bazı şeyleri fark edemez. Kendimize önem verdiğimiz için her gün aynanın karşısına geçip kendimize bakmıyor muyuz? Görmek için, görülebilmek için...
YanıtlaSil