Türkiye günden güne çok değişik olaylara ev sahipliği yapmaya başladı. İnsanlar içlerindeki nefreti dışa vurmaya ve böylece toplum içinde bir ayrışma çıkartmaya başladılar. Bunu her ne kadar insanlarımız kendisi istiyor gibi görünse de birazcık tarih ve kültür bilgisi olan herkesin anlayacağı üzere Türkiye'de şu an toplumsal birlik ve beraberlik duygusunu azaltmak amacıyla oynanan bir oyun var.
Ülkede günden güne artan din ve Atatürk temalı tartışma konuları artık yerini Atatürk heykellerine ve Gazi'nin anısına zarar verme teşebbüsleri ile kendini göstermeye başladı. Toplumda uzun zamandır var olan cepheleşme oyunları artık farklı alanlarda yüzünü göstermeye başladı. Eskiden Alevi-Sünni veya Sağcı-Solcu tartışmaları yüzünden insanlar birbirleri ile kavga ederken, şimdi Dinci-Kemalist tartışması çıkartılmaya çalışılıyor.
Halbuki Din bir ideoloji ve seçim; Atatürk ise yaşadığın ülkeyi kuran, onu çağı takip edecek reformlar ve yeniliklerle düzenleyen, onu okuduğu dini kitapları anlayacak düzeye getiren, tarihi bir insandır. Bu iki şey birbiri uğruna seçilemeyecek kadar farklı konulardır. Bir insanı sevmek yüzünden dininizden olmazsınız. Ya da bir dine inanmanız, bir insanı sevemeyeceğiniz anlamına gelmez.
Atatürk düşmanlığının sebebi nedir? Atatürk'ü sevmeyenler hangi bahaneleri söylerler?
Atatürk'ü sevmeyen insanların başlıca bahanesi; yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti'ne, Osmanlı İmparatorluğu'nun kullandığı İslam temelli kanunları değil de Batı'nın kanunlarını uygun görmüş olmasıdır. Doğru mu yaptı yoksa yanlış mı sizce?Bunun cevabını ben söyleyemem. Osmanlı devletinde kullanılan cezalar ve kanunlar her zaman tartışmaya açık olmuştur. Şeriat kuralları çoğu zaman etkili ancak bir o kadar da acımasızdır. Bu kuralları tam olarak uygulayabilen ülkeler ise şu anda bakıldığında Orta Doğu ülkeleri ve Arap yarım adası olarak görülebilir.
Şimdi sormak istiyorum size, Türkiye'yi bırakıp bu Orta Doğu ülkelerinde yaşamak ister miydiniz? Hala krallıkla yönetilen ve şeriatla cezalandırılan Suudi Arabistan ülkesini ele alalım mesela. Bu ülke gibi olmak ister miydik gerçekten? Başka bir ülkede bulunan konsolosluğumuzda, krallığı eleştirmiş bir insanı paramparça eden bir ülke gibi olmak ister miydik?
Ya da İran? Sözlü ve alelen yapılan müziğin yasak olduğu, dinde zorlama olmamasına rağmen kadınların "zorla" başının kapatması gerektiği, internette Türk siteleri başta olmak üzere çoğu haber kaynağının engellenmiş olması, facebook twitter, youtube gibi kaynaklara insanların girememesi, uydu anteninin yasak olduğu, cinsel ilişkinin yasak olduğu ama imam nikahı ile tek gecelik ilişki yaşamanın yasal olduğu değişik bir memleket.
Böyle söyleyip de ırkçı görünmek istemem ancak bu söylediğim şeylerin İran halkı yani Farslarla zerre alakası yok. Bunun tamamen baştaki insanlar ve yönetim şekilleri ile ilgisi var. Yaşadığımız ülke şükürler olsun ki hala özgürlükler ülkesi sayılabilir. En azından büyük ölçüde.
İsteyen kadının açılabileceği gibi isteyen kadının kapanabileceği bir ülke. Ve bu kanunu getiren kişi Atatürk. Laiklik demek insanların başını açması değil, isteyenin istediği şekilde giyinebilmesi ve dinsel konularla ülke yönetimi gibi politik konuların ayrı başlıklarda görülmesidir.
İsteyen kadının meclise girebilmesine yol açan kişi de Atatürktür. İnsanların kolayca bilgiye ulaşabilmesini sağlayacak adımlar atan kişi de o. Latin alfabesi diyorlar mesela. Ah be kardeşim. Arap alfabesi de bizim değildi ki neyini savunuyorsunuz bunun?
Ayrıca Arap alfabesini bilmenin bize getireceği tek yarar Kur'anı Kerimi hızlı ve takılmadan okuyacak olmamız iken, Latin alfabesinin (dünyada en çok kullanılan alfabenin) bütün bilgilere daha kolay ulaşmamızı sağlayacak olmasını göz önünde bulundurmak gerekir. Eğer hala Arap alfabesi kalsaydı bile, şu an tüm Türklerin zaten latin alfabesini okumayı öğrenmesi gerekirdi, hatta gerekirdi basit kaçar, çoktan öğrenmişti bile herkes.
Çünkü internetin dili latin alfabesidir, bilginin dili de öyle. Dünyanın ortak dili olan İngilizce de bu harflerle yazılmaktadır.
Bilgi edinmek ve bilgiye ulaşmaya çalışmak İslam dininde farzdır. O halde neden bilgiye bizi yakınlaştıran ve Türk benliğimizi ortaya çıkaran reformlara karşı çıkıyoruz?
Atatürk'ü sevmemelerinin bir başka sebebi "İftiralar"
İnanın bana sizi çok iyi anlıyorum. Ben de gerek ailem, gerekse diğer bir çok dış etmen tarafından bunları duydum. Neler neler duydum anlatamam. Yok Atatürk yoldan geçen bir kadını beğendiği için kocasının elinden alıyormuş da yok Atatürk dinsizmiş de, yok Atatürk aslında İsrailli bir insanmış da. Nice değişik ve asılsız iftiralar. Peki bunları çıkartanlar kimler biliyor musunuz?
Bunlar iki yerden çıkabilirler. Birinci ihtimal dış devletlerin Atatürk düşmanlığı yayarak toplumsal bütünleşmeyi azaltma çabası olabilir. Kaldı ki bu daha önce farklı şekillerde bol bol yapıldı ve oldukça normal. Orta Doğuyu bu şekilde böldüler. Şii (Şia) ve Sunni dediler ve bu iki grubu aynı Katolik ve Ortadokslar gibi birbirlerine düşman ettiler. Halbuki birinci dünya savaşından önce bu gruplar barış ve uyum içinde kol kola yaşıyorlardı.
Filistin'de de aynı olayı İngilizler yaptı. Filistin ve İsrail'in tarihini detaylı bir şekilde bilmeyen bir çok insan var. Kısaca özet geçmek gerekirse Osmanlı devleti yıkıldığında ilk baş kaldıran Arap devletlerinden birisi Filistin'di. Özerklik alıp İngiliz Mandası haline gelen Filistin devleti bir süre İngiltere'nin himayesi (!) altında yaşadılar. Daha sonra küresel anlamda yayılan milliyetçilik akımı ile Yahudi ırkının da bir millet olarak birleşmesini ön gören "Siyonizm" terimi ortaya çıktı. Siyonistlere göre Yahudiler sadece kendi devletlerini kurdukları zaman güvende olabileceklerdi.
Kaldı ki bunun İkinci Dünya Savaşı'nda ne kadar haklı bir durum olduğunu gördük. Ancak Yahudiler Avrupa'da veya başka bir yerde, direkt olarak bir toprak üzerinde hak iddia edemeyeceklerini biliyorlardı, bu yüzen onların dini topraklarına yani Vadedilmiş Topraklar'a göç ettiler. Vadedilmiş Topraklar İngiliz Mandası altında olan Filistin sınırlarında kalıyordu ve İngilizler Yahudilerin buraya yerleşmelerine izin verdiler. Ancak devlet kurma olayına sıcak bakılmıyordu. Ta ki İkinci Dünya Savaşı sonrasında Yahudilerin çok büyük bir kısmının bu bölgeye kaçmasına kadar.
Savaş bitiminden üç sene sonra İsrail devleti kurulmuştu. Ancak içerisinde Filistinliler de bulunuyordu. Ve Müslüman Filistinliler haklı olarak, ülkelerini işgal edip tamamen yeni bir devlet olan İsrail'i kuran Yahudiler ile çok iyi anlaşamıyorlardı.
Buna bağlı olarak Birinci ve İkinci İntifada gibi direnişler ortaya çıktı. Oluşan direnişler sonrasında İsrail Devleti, Filistin toprakları ve Gazze olmak üzere iki ayrı bölgeye ayrıldı. Filistin toprakları içerisinde kalan Kudüs ise uluslararası toprak sayılacaktı. Bu şekilde toplumsal bütünlüğü tam olarak oturtamayan Filistinliler uzun bir süre boyunca İsrail'e düzgün bir saldırıda bulunamayacaklardı. Ve de İsrail, sürekli olarak Filistin'lilerle uğraştığı için küresel olaylarda tam gücünü gösteremeyecekti
Şimdi ise Türkiye'ye geri dönelim. İstenilen olay şu. Orta Doğuda bir savaş var. Rusya- Amerika gibi kritik güçler de bu savaşın içerisinde. Ayrıca Avrupa Birliği de bu savaşa dolaylı yoldan etkide bulunuyor. İstedikleri şey Orta Doğuda bir Kürdistan kurulması. Pekii ama neden?
Çünkü büyük devletlerin topraklarındaki zenginlikleri kolayca çıkartamazsınız, halklarını kolayca galeyana getiremezsiniz. Yeni kurulmuş bir Kürdistan devleti hem gelişmemiş hem de yardıma muhtaç bir devlet olacaktır. İşte burada devreye Büyük Devletler geliyor. Basitçe anlatırsak Orta doğuda Manda ve Himaye sistemini uygulamak ve güç sahibi olmak istiyorlar. Amaç Kürtleri düşünmek değil, amaç kendi çıkarları.
Peki yeni bir soru.. Bu devleti kurmak için Türkiye sınırlarına ihtiyaçları var. Bunu nasıl yapabilirler?
Türkiye'yi bölüştürmek ve ayrıştırmak ilk hedefleri olacaktır. Alevi Sünni olayını denediler, epey işe yaradı ama artık modası geçti. Artık ne Sünniler tam Sünni, ne de Aleviler tam Alevi gibi davranıyorlar. Farklılıkları azaldıkça ayrışma da azaldı. Sonra Kürt-Türk ayrımını denediler, epey de başarılı oldular gibi ama tam olarak oturdu mu oturmadı. Şu anki durumda benim gözlemlediğim kadarıyla Kürtler üçe bölünmüş vaziyetteler.
- Kürdistan isteyen Terör organları, Ermeni asıllı Kürtler
- Seküler Kürtler, terör propagandası yapmazlar, ayrışmak istememelerine rağmen Erdoğan'dan nefret ettikleri için olsa gerek her an galeyana gelebilecek Kürtlerdir. Ancak bu durum çoğu Türk'te de varolan bir durumdur. Kürtlükle bağdaşmaz.
- Dindar Kürtler, ayrışmak istemeyen Erdoğan'a destek veren Kürtler
Bu Kürt Türk kavramı hala süregelen bir anlaşmazlık ve bunu yenebilecek olan tek şey eğitimin artması ve bilinçli insanların topluma kazandırılması olacaktır. Doğuya yatırım yapmakla veya şehri güzelleştirmekle değil, insanlara refah vererek yapılabilir. Doğudan batıya lise ve üniversite için öğrenci değişim programları yapılabilir, böylece insanlar sadece bulundukları bölgeye değil yaşadıkları ülkeye ait hissedebilirler. Irkçılık Karşıtı cezalar gelebilir, böylece ne Kürtler ne de Türkler birbirlerine hakaret edemezler. En azından sosyal hayatta veya mitinglerde.
Dahası Kürtlerle Türklerin birbirlerini daha iyi tanıması için iki millete de özel bölgesel eğlenceler düzenlenebilir. Örneğin Kürtler için önemli olan nevruz bayramını sadece belli bir kesim değil devlet büyükleri de dahil önemli insanlar kutlamalı. Ülkede terör propagandası yapmayan vatanperver Kürtler, ön planlarda bulunmalı. Bunlar sadece bir anda aklıma gelen ve yazdığım şeyler. Bir devlet on yıllardır bu durumla uğraşıyor.
Kürtlere özel televizyon kanalı vermek bu duruma bir çözüm değildi. Televizyon programlarında Kürt ve Türk ailelerinin beraber mutlu evliliklerini tema alan film ve diziler yapılabilirdi. Türk insanı ile Kürt insanını yan yana tutan karakterler benim gördüğüm kadarıyla sadece asker dizilerinde oluyor. Aslına bakarsanız bu da bir şey, ancak her şey değil. Sadece belli bir kesimin sevdiği tür bir dizi bu. Öte yandan ben hiç sevmem savaş ve kahramanlığı tema alan dizileri.
Nereden nereye geldik agalarım. Toplumsal bütünlük diyorduk. En son Atatürk'e yapılan bu iftiraları yurt dışı çıkartmış olabilir demiştim. Ancak bunun tam tersi olarak cahil ve alimlerimiz veya sözde Şeyhlerimiz de çıkartmış olabilirler.. Sonuçta Atatürk'ten nefret eden neredeyse herkes Dini düşünceler üzerinden nefretlerini sunuyorlar.
Geçenlerde kapalı bir kız "Atatürk Erdoğan'ın tırnağı olamaz" demişti, başka bir çarşaflı kadın Atatürk heykeline balta savurdu. Bir adet, giyiminden ve hareketlerinden kro olduğu çok belli çocuk Atatürk heykeline bakarak hakaret edip video paylaşmıştı. Böyle böyle bir çok olayı gördük ve bunların emniyet tarafından yakalanışlarına şahit olduk. Bütün bunlara bir şey diyemiyorum, hadi bunlara insanımızın cahilliği diyelim.
Peki 9 Kasım 2018 yılında (ki ben bu yazıyı 15 Kasımda yazıyorum) Diyanet işleri başkanının Kadir Mısıroğlu denilen, Atatürk düşmanı bir bireyi ziyaret etmesine ne demeli. Bu direkt olarak insanları ayrıştırma yolu değil de nedir? Din ile doğrudan bağı olan bir insanın, Atatürk'ün ölüm yıl dönümünden bir gün önce, şu sözlerin sahibi olan adamı ziyaret etmesinin altında yatan şey nedir?
"Yunan galip gelseydi Mustafa Kemal'in yaptığını yapamazdı"
"Akıl var mantık var! Yunan şapka mecburiyeti getirmedi, Latin harfleri getirmedi, Şeriat mahkemesini kapamadı..."
"Mustafa Kemal devlet kurmuş değildir. Bizim devletimiz vardı. Rejimi değiştirdi. Rejim Şeriattı, gavurluk yaptı."
Bunun adı ayrımcılık çıkartmaktır. Sözlerimi Atatürk'ün Meclise 1 Kasım 1937 yılında vefatından neredeyse tam tamına 1 sene önce yaptığı konuşmasıyla bitirmek istiyorum. Umarım ki ülkemizde Mustafa Kemal Atatürk'e hak ettiği saygıyı tekrar verebiliriz. Toplumumuzda Mustafa Kemal Atatürk sevgisini tekrar yeşertebiliriz. Buyurun o bilge adamın, şu an ki siyasetçilerin bile asla anlayamadığı noktalara parmak bastığı konuşmasından kısa kısa kesitler:
Modern hükümetçiliğin en belirgin özelliği, halkı gücüne olduğu kadar şefkatine de içtenlikle inandırabilmesidir. Büyük küçük bütün Cumhuriyet memurlarında bu düşünce biçiminin en geniş ölçüde gelişmesine önem vermek, çok yerinde olur.
Şeklinde giriş cümleleri ile Cumhuriyet'i büyük önemde benimseyen Türkiye halkına Cumhuriyet sevgisini daha çok yaymak amacında olduğunu ifade etmiştir. Cumhuriyet memurları halka zorbalık değil şefkat ile yaklaşmalı ve halkın problemlerine çözüm arayışı içerisinde olmalıdır demiştir.
Şehir işlerinde teknik ve planlı kurallar çerçevesinde çalışmak gereklidir. Bunun için de belediyelerimizin hukuka uygun biçimde aydınlatılmasını ve yol gösterecek (yardımcı olacak) bir merkezi teknik büro kurulmasını öneririm.Savaştan yeni çıkmış olan ülkemiz için sağlam ve planlı yollar, binalar ve özellikle demir yolları kurulmasını öğütlemiştir. Demir yolları konusunun çok çok üzerinde duran Atatürk sözlerine ekonomi hakkında gerek Meclise gerekse Çiftçiye şu şekilde öğütlerde bulunmuştur:
Milli ekonominin temeli tarımdır. Bir kez, ülkede topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olan ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın, hiçbir nedenle ve hiçbir şekilde bölünemez bir nitelik almasıdır. Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliğinin, arazinin bulunduğu bölgelerin nüfus yoğunluğuna ve toprak verim derecesine göre sınırlanması gereklidir.Bu sözlerin ardından söylemek istediğim ufak bir kaç konu var. Türkiye şu anda tarımda kendi kendine yeten bir ülke değil. Ekonomi çok iyi denilmesine bakmayın. Daha dün açıklanan Kasım 2018 işsizlik verilerine göre, bu ay 256 bin kişi Tarım sektöründe çalışmaktan vazgeçmiş ve 745 bin kişi tarım dışı sektörlerde (Sanayi, hizmet vs) istihdam edilmiş. Bunun sebebi yeteri kadar teşvikin olmaması ve çiftçinin yeteri kadar kazanamaması. (kaynak) Ayrıca yine Türkiye İstatistik Kurumuna göre Sanayi üretimi de %2.7 düşüşe geçmiş. Gidişimiz hayr olsun inşallah.
Küçük büyük bütün çiftçilerin iş araçları artırılmalı, yenileştirilmeli ve bakım önlemleri zaman geçirilmeden alınmalıdır. En küçük bir çiftçi ailesi en az bir çift hayvan sahibi olmalıdır. (.......) Köylüler için, genellikle pulluğu pratik ve faydalı bulurum. Traktörü büyük çiftçilere öneririm. Köyde ve yakın köylerde, ortaklaşa harman makineleri kullanmak köylülerin vazgeçemeyeceği bir gelenek haline getirilmelidir.
Ülkeyi iklim, su ve toprak verimi bakımından tarım bölgelerine ayırmak gerekir. Bu bölgelerin her birinde, köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları verimli, modern, pratik tarım merkezleri kurulması gereklidir.
En başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve zengin Türkiye idealine ulaşabilmek için Endüstrileşmek (sanayileşmek, yani dış ticarete de atılmak) bir zorunluluktur.
kaynak: tbmm.gov.tr
Devir ileri Türkiye'yi kurma devridir. Devir bütünleşme devridir. Devir ülken için yaşamak, ülken için sevmek, ülken için anlamak devridir. Artık savaşma devri kapandı. Savaşlarımızı dışarıyla değil ya kendimizle ya da içimizdeki korkularımızla vermekteyiz. Türk- Kürt, Alevi-Sünni, Dindar-Dinsiz, AKP-CHP ayrımı yapmayın. İnsana insan deyin. Etiketlerinizi silin ve anlayın.
Atatürk'ü anlayın. Atatürkçülüğün dinsizlik veya gavurluk olmadığını anlayın. Peşinden gittiğiniz Şeyh ve Alim olduğunu iddia eden insanların aslında Atatürk'ü veya Dinsizliği kullandığını anlayın. İnsanları birleştirmenin en iyi yolu onlara ortak bir düşman verilmesidir. Düşünün ki sizlere verdikleri o mavi gözlü ortak düşman (!), ülkeyi savaştan kurtarıyor, ülkeyi gerici bir Arap kültürü etkisinden çıkartıp bilimin etkisine sokuyor, hatta ve hatta ölümünden tam bir sene önce; Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde köylüsüne detaylı detaylı hangi hayvanı kullanıp hangi makineleri kullanmaları konusunda öğüt veriyor.
Lütfen anlayın artık. Mustafa Kemalin askeriyiz demek kötü bir şey demek değildir. Onun askerleri parçalanmış ve paylaşılmış bir topraktan Türkiye'yi çıkarttı. Şimdi de yine onun askerleri kutuplaşan bir Türkiye'den modern ve gelişmiş bir Türkiye çıkartabilir. Ve en büyük dileğimdir ki, inşallah o günleri hepimiz görürüz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır